Kur'ân, insana hitap eden ilâhî bir kitaptır. Onda yer alan ayetler Allah'ın birer hitabı, sözü ve kelimesidir. Ancak Allah'ın sözleri ve kelimeleri sadece Kur'ân'dakilerle sınırlı değildir. O'nun kelime ve ayetleri o kadar çoktur ki "yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, bütün denizler de mürekkep olup yazmaya başlasalar" dâhi bunları kayıt altına alamazlar.
Dağlar, denizler, rüzgârlar, ağaçlar, bitkiler, çiçekler, kuşlar ve balıkların hepsi, O'nun yaratıcılık mührünün desen, motif ve dekorlarını taşımaktadır. Kur'ân'da "ve min âyâtihi" ibaresiyle başlayan pek çok ayet, insanın bakış açısını, zorunlu olarak kâinata ve içindeki unsurlara celbetmektedir.
İşte bu nedenledir ki Allah'ın varlık ve birliğine iman kabiliyeti en basit düzeyde de olsa insanın fıtratında mevcuttur. Varsayalım ki Kuzey Kutbu'nun en ücra köşesinde, kendisine ne peygamber tebliği ne de vahiy bilgisi ulaşmayan bir insan yaşıyor olsun. Bu insan; etrafında bulunan dağ, deniz, güneş, yıldız, kuş ve balık gibi Allah'ın kevnî ayetlerine bakarak, en alt düzeyde de olsa bir ilahın var olduğu sonucuna ulaşırsa, o insan, inanç ve itikat noktasında kendisinden bekleneni yerine getirmiş olur. Bu insan bu hal üzere ölecek olsa, kendisinden ne Kur'ân'a ne de nüzûl zamanına ve ortamına dair bilgi ve malumat sahibi olması istenir. Bu tür bilgileri bilmemiş olması onu dinî bakımdan sorumluluk altına sokmaz. O, iman üzere ölmüş ve ahiretini kurtarmış olur.
İşte İslam ve onun temel kaynağı olan Kur'ân'ın evrenselliği buradadır. Kendi yazılı ayetleri ulaşmasa bile Yüce Allah'ın akla ve düşünceye hitap eden ayetleri evrenin her yerine serpilmiş durumdadır. İşte bu nedenledir ki; O'nun kevnî ayetleri evrende var olduğu ve Kur'ân'ın Mushaflardaki yazılı ayetleri ise o kevnî ayetleri "Allah'ın ayetleri" olarak nazarlara verdiği müddetçe; Kur'ân'ın yerelliğinden, yöreselliğinden ve tarihselliğinden dem vurmak beyhude bir çaba olmanın ötesine geçemeyecektir.
(Tanıtım Bülteninden)