Her ne kadar çeşitli zorluklar barındırsa da yasam, onu tadan herkese haz verir. İnsan her şeye rağmen yaşamaya çalışır. Hayat kadar gerçek olan ölüm ise yaşamın tam karşıtıdır ve insan, yaşamanın verdiği hazzın bilincinde olduğu gibi ölümün getireceği kasvetli gizemin de farkındadır. İstisnalar olsa da hiçbir insan ölmeyi, o büyük bilinmezliğin koynuna düşmeyi dilemez. Bir başka deyişle yaşam, insan için evcil ve sevimli bir hayvan gibidir; ölüm ise vahşi, korkunç ve zapt edilmesi imkânsız bir canavar. Bu vahşi canavardan kaçış yoktur, insanlık tarihi boyunca da çaresi bulunamamıştır. Her ne kadar ölümden kurtulmak imkânsız olsa da verdiği korkunun, getirdiği yıkıcı ve sarsıcı etkilerin üstesinden gelmek; yani ölüm denen bu vahşi ve korkunç canavarı evcilleştirmek mümkündür. Bunun da en etkili yolu mizahtır. Ait olduğu toplumun kolektif belleğinden beslenen halk kültürünün, insanların ortak bilinçaltında mevcut olan ölümü evcilleştirme çabasından etkilenmiş olması kaçınılmaz bir durumdur. Bu bağlamda çalışmamızın amacı, Türk halk kültüründe ölümün nasıl evcilleştirildiğini incelemek ve somut örneklere yer vererek kuramsal bir çerçeve ortaya koymaktır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.