TÜRKLERİN TARİHİ (Pasifikten Akdeniz’e 2000 Yıl) JEAN-PAUL ROUX
Tarih boyunca farklı isimlar taşıyan ama Türkçe konuşan pek çok halka rastlanmaktadır. Hiong-nular, Hunlar, Uygurlar, Selçuklular, Memluklar, Kıpçaklar, Timuroğulları, Büyük Moğollar, Osmanlılar.
Osmanlı İmparatorluğunun özellikle 16.yy da dünyanın en büyük gücü olduğu bilinir. Buna karşılık Türklerin göçebe sürülerinin Mançurya’dan Macaristan’a tüm Avrasya bozkırlarını baştan aşağı sardığı, Türklerin Avrupa ve Uzakdoğu’yu saldırıları ile bunalttıkları, Hindistan’a pek çok akın yaptıkları, bu akınların çılgınca korkulara neden olduğu, Ruslara boyun eğdirdikleri ve egemenliklerini Pekin’e, Delhi’ye Kabil’e Isfahan’a, Bağdat’a Kahire’ye, Şam’a Konstantinopolis’e Tunus’a, Cezayir’e kadar yaydıkları bilinmez.
Türk toplulukları Bozkır sanatını Sibirya’dan Yenisey kıyılarına, Çin sınırlarına kadar yaymışlardır.
Long-men mağarlarındaki heykelleri diktiren Çin Vey Hanedanlığı aslında bir Türk Hanedanlığıdır.
Kahire’deki Ibn Tolun Camii bir türk tarafından yaptırılmıştır ve Hindistan’daki Agra’da benzersiz Tac Mahal, Türk kanı taşıyan bir prensin eşi için diktirdiği anıt mezardır.
XVI. Yy da Babür Şah Hindistan’da Büyük Moğol İmparatorluğu adı altında bir Müslüman-Türk devleti kurmuştur.
Hıristiyanlıktan hemen önceki dönemde uzun boylu, sarışın, mavi gözlü paleo-Asyalılar yada Türkleştirilmiş Hint Avrupalılar olması gereken insanlardan oluşan Kırgız halkından Türk olarak söz edilir.
Türkler dışarıdan evlenme eğiliminde oldukları ve eşlerini Türk olmayanlar arasından seçtikleri, rastladıkları her kavimle karıştıkları, dilleri çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğu ve pek çok toplulukta bu dili benimsediği için Türklerle ilgili karakteristik denilebilecek fiziksel herhangi bir özellik saptama olanağı kalmamıştır.
Belki de sadece Orta Asya’nın ücra dağlarından dünyanın her hangi bir yerine, Türklerin damarlarından, eski Türk kanından, elmacık kemikleri çıkık ve gözleri çekik yapan o kandan daha çok yabancı –Moğol, Çinli, İranlı, Yunanlı, Kafkas, Rus, Afrikalı- kanı akmaktadır.
Osmanlı ya da Osmanoğullarının Türk sözcüğünü küçümsemesi, bu sözcüğü garip bir biçimde gözden düşürür. Türk sözcüğü XIX.yy da köylüyü, kaba saba olan kişiyi anlatmak için kullanılmıştır.
Belirli bir güç düzeyine gelen Türk önderlerin öncelikle komşuları olan tüm Türkleri ve gerektiğinde Moğolları’da yok etmeyi temel görev saymaları tipik bir durumdur. Bu durumun en açık örneğini Timurlenk sunmuştur. Timur’un tüm seferleri, o sırada var olan büyük Türk devletlerine, Harezm devleti, Altınordu Devleti, Memluklar, Halaciler ve Osmanlılara karşı olmuştur. Bunun başka örnekleri de vardır. Bu iradeyi tetikleyen, nasıl gökyüzünde tek bir tanrı varsa yeryüzünde de tek bir hükümdar olması gerektiği düşüncesidir.
Türklerin ilk yurtları, yani Sibirya ormanlarından çıktıktan sonraki ilk yerleri, büyük tek imparatorluğun doğmasına elverişli değildi ve çok sayıda olmamak ve yiyeceklerini hayvanlarla mücadele ederek elde edebilmek rakiplerine en küçük bir hoşgörü göstermemeleri koşulu ile yalnızca beslenmelerine yetiyordu.
Genelde Türkler egemenlikleri altına aldıkları halklara olağanüstü parlak dönemler yaşatmışlardır. Bu durumun örnekleri Selçuklular dönemi İran’ı, Tabgaçlar dönemi Çin’i, Memluklar dönemi Mısır’ı, ve Moğollar zamanı Hindistan’ıydı.
Türklerde imparatorluk kurma eğilim vardır. Türkler sözcüğün tam anlamı ile yeryüzünün hükümdarlarıdır.
İpek yolu ismi XIX.yy da bir Alman seyyah tarafından verilmiştir.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyetinin özelliklerinden biri hem Müslüman hem de Avrupalı olmasıdır.
Çok uluslu ve çok dinli varlıklarını ancak herkesin uzlaşması ile sürdürebilen devletlerin başında gelen Türkler nasıl fanatik kalabilirdi? Hoşgörüsüzlük temel yönetim esaslarına tamamen ters düşen ve onların mahvını getiren bir kusur olurdu. Türkler imparatorluk kurucuları olarak kavimlerini düzene koydukları gibi, dinleri düzene koymayı, onlara hak ettikleri yeri vermeyi, birinin diğerini ezmemesine izin vermemeyi de kendileri için görev sayıyorlardı. Bunu her zaman başaramadılar ve Budistler, Taocular, Hıristiyanlar ve Müslümanlar zorbalıklarını uygulamak için verilen ödünlerden, sağlanan kolaylıklardan yararlandılar: sonunda suçlanan Türkler oldu.
Türklerin dinle ilgili her şeye karşı büyük merakları olmuştur. İslamiyette yollarını bulmadan önce birbiri ardına dünyanın tüm dinlerini kabul etmişlerdir. Kimi zaman senkretizme eğilim göstermişlerdir. Bir uç örnek verirsek: Hintlileşmiş Türk I.Ekber Şah, temeli İslamiyet olan, ama farklı öğeleri bir araya getiren bir din kurmuştur.
İstanbul’da Rum, Ermeni ve Musevi satıcıların oldukça fazla olması aksini ortaya koymuş olsa da Türkler iyi tüccarlardır.
İran dehasının en çarpıcı örneklerinden, Isfahan’daki Ulu Cami’nin (İnşasının tamamlanması neredeyse bin yıl sürmüştür) , Agra’daki dünyanın en güzel anıtkabiri Tac Mahal’in, çok fazla tanınmayan büyük bir şaheser olan Edirne Selimiye Cami’nin, bu halkın egemenliği altında yapılmasını, onların baskın varlıklarına değil de tesadüflere atfetmek oldukça güç olacaktır.
Gazneliler Islamiyetteki tasvir yasağı uyarınca Hindistan’daki bazı tapınakları ve başyapıtları yok etmişlerdir. Ama Afganistanın Uludağlarına kurulmuş şehirlerine hepsi birbirinden çarpıcı pek çok parça getirmişlerdir.
Hugo’nun ünlü “ Bir Türk geçmeye görsün bir yerden, geriye sadece yas ve harabe kalır” deyişinin bir yalan olduğunu görmek için Anadolu’yu dolaşmak yeterlidir.
Türkler bilinmeyen bir tarihte Avrasya’nın kuzey bölgelerinde, daha kesin bir deyişle bu bölgelerin en uç doğu noktalarında ortaya çıkmışlardır. Buralarda alabildiğine sessiz ve sonsuz olan Sibirya Ormanları(Taygalar) bulunur.
Şamanizm doğduğu yer olan Sibirya’dan çıkarak hemen hemen tüm Asya’ya yayılmıştır.
Bu devirlerde kayağı ve geyiklerin çektikleri kızakları kullanıyorlardı ama atı henüz tanımıyorlardı.
Proto – Türkler, Doğu Avrupa ovaları ile Pasifik kıyıları arasında dolanıp duran göçebe topluluklarına kendi seslerini duyurabilmek amacı ile taygayı acaba ne zaman terk ettilet?
Çinlilerin M.Ö 201 yılında Türkçe konuştukları bilinen en eski topluluk olduklarını kanıtladıkları Kırgızlar, antropolojik olarak Hint-Avrupa ya da paleo-Asyalı grubundandır.
Proto Türkler tarihlerinin en büyük devrimini ormandan bozkırlara yaptıkları göçle yaşadılar. Avcılık ve toparlayıcılık uygarlığından yetiştiriciliğe, ren geyiği kültüründen at kültürüne geçtiler.
Hiong-nular: Bu konfederasyon da daha sonraki tüm bozkır imparatorlukları gibi, kendisini, ilkin kendi topluluğuna, daha sonra da sırası ile diğer bütün boylara kabul ettirmeyi becerebilen bir adamın enerjisinden doğmuştur.
MÖ 210 yılına doğru ölmüş olan bu adam hakkında adı olan Teoman’ın yazılışı ile şan-yu unvanı dışında pek bir şey bilmiyoruz. Çinlilerin yaptığı tanımlara göre bu adamlar kısa boylu, kalın gövdelidir, büyük ve yuvarlak bir başları ve geniş yüzler vardır. Elmacık kemikleri çıkıktır, kalın kaşları, çekik gözleri ve dudaklarının üzerine düşen kalın bıyıkları vardır. Sivri sakallıdırlar ve başlarının tepesinden aşağı tek bir saç örgüsü iner.
Hunlarla ilk olarak MS 374’de Don ve Dinyeper Nehirlerini geçerken karşılarına çıkan Gotlara ve Alanlara saldırdıkları sırada karşılaşılır.
Tabgaçlar: 260 yılında Baykal Gölü kökenli ve Türkçe konuşan bir halk olan Tabgaç boyları Kuzey Şan-si’ye yerleşirler.
Hunlar MS II yy Aşağı Volga bölgelerine yerleşmişlerdir. Atilla iktidara 434 yılında kardeşi Bleda ile birlikte geçmiştir. 453 yılının Mayıs ayında sarışın Cermen İdilko’ya evlendiği günün gecesinde öldü, belki de katledildi ya da onca seks taşkınlılarından, oburluklardan ve içki alemlerinden sonra şiddetli aşk arzularının kurbanı oldu.
Doğu Moğolistan’ın en uzak noktalarında, Mançuryalı proto-moğolların çevresinde yaşayıp onlarla sıkı temas halinde olan, bazılarınca kısmen Moğollaşmış addedilen Türk halklarından oluşan bir topluluk vardır. Aralarında en tanınmış olanları İsgiller, Bayırkular, Tartlar ve Oğuzlardır.
Isgıller ve Bayırkular’ın tersine Taralar ve Oğuzların önünde parlak bir gelecek vardır.
Tatarlar en azından otuz boydan oluşan “Otuz Tatarlar” adında bir federasyon kurarlar. Derken dokuz boydan meydana gelen ve ilkinden biraz daha küçük olan “Tokuz Tatarlar”ı meydana getiriler.
Bazı tarihçiler için bu insanlar çok sonra Türkleşecek olan proto-moğollardır.
Kırgızlar bizim varlığını kesin olarak bildiğimiz ilk Türk halklarıdır.
Aslında Kırgızlar kendilerinin refah ve bolluk içinde bıraktıkları kamplarını daha sonra yerle bir olmuş bir halde bulan kırk bakirenin karşılarına çıkan başıboş vahşi köpeklerle birleşmelerinden doğduklarına inanırlar.
Hıristiyanlığın başlamasından hemen önce, Han sülalesi devrinde Çinliler Kırgızları “mavi gözlü sarışın adamlar diye tarif ederler.
- AYHAN ÜNAL