Pastoral bir tablonun uzak bir köşesinde bulunan Yakacık Sanatoryumu’nda, okuru acının içine çekmeden, yaşamak kaygısıyla yazılan mektuplar...
Çocuk, cebinden çıkardığı mendille gözlerini kuruladı:
“Sabahları iyi, hem çok iyi! Ama bu saatler yok mu? Bu saatler çok fena!”
Ertesi gün gelen bir cenaze otomobili, hasta arkadaşımın bir tek cılız çelenkle süslenmiş tabutunu, köyün mezarlığına götürdü.
Mahmut Yesari, Yakacık ve civarını öykülerin içinde eşsiz tablolar halinde önümüze serer. Dingin bir yürüyüşte okurunu da yanına alır. Bir yandan köylüyü, kahveciyi yazarken, bir yandan da sanatoryumda yatan küçük bir çocuğun bekleyişini bir “Akşam Garipliği” içinde fevkalade yalın, fevkalade dokunaklı şekilde aktarır.
Yakacık Mektupları’nda Yesari’nin bir başkasını tanıma çabasını, insanı ve onun geçmişini ele alışını görürüz. “Hasta Arkadaşım” öyküsünde hayalleri ciğerlerindeki çiçekler gibi solan ve belki hali, diğer koğuşlarda yatan hastaların ahvaline dair bir işaret olan genç kızla tanıştırır bizi.
Eğer baharda, yazın, yolunuz Yakacık’a düşerse, kır çiçeklerinden olsun, ehemmiyeti yok, bir demet çiçeği köyün mezarlığına atınız. O çiçekler, hasta arkadaşımı bulacaktır.
(Tanıtım Bülteninden)