O çok bilinen masaldaki körlerin fili tarif etmeleri gibi, yaşamı ve evreni tarif edegelmişiz her devirde; ya bir yönüyle ya da diğeriyle... Oysa parçaları birbirinden kopukmuş gibi görünen bu kozmik yapboz’un, aslında ilk anda algılandığı gibi olmayabileceği gerçeği, tüm inanış sistemlerinde yer alır. Bunu görebilmek için, insanlık tarihi boyunca değişik semboller ve kavramlar içinde gizlenmiş olan Âlem ve Adem ilişkisini iyi anlamak gerekir. Ancak böylesine derin bir konuda yapılan her çalışmanın, bu derinlik karşısında basit ve yüzeysel kalacağı açıktır. Bu yüzden, bu çalışmadaki amacım sadece doğumdan ölüme kadar devam eden, bilinmeyene olan bu yolculukta yön arayanlara, farklı bir bakış açısı sunabilmekten ibarettir.
Bu kitapta, Mevlâna’nın, “Ademden kasıt, âlemdir; âlemden kasıt, işte bu dem’dir” deyişinin rehberliğinde, Âlem ve Adem ilişkisi iki kısımda incelenmiştir. Bu ilişkinin Âlem kısmını en iyi ifade eden sûre, kanımca Besmele’dir. Bu nedenle, Âlem’in anlatılmasına Besmele ile başlanmıştır. Kâinatın iki direği olan Besmele, günlük hayatımızda sıklıkla kullandığımız birçok şey gibi, üzerinde düşünülmeden, hak ettiği değerin farkına varılmadan kullanılan bir dua parçası haline gelmiştir. Tıpkı, Kur’an’ın anlamının birleştiren olduğunun unutulduğu gibi. Bu kitapta, kâinatın iki direği Besmele’nin rahman ve rahim kavramları, Molla Fenari ve diğer pirlerin yorumlarıyla açıklanmaya çalışılmıştır.
Ardından, bu semboller ve kavramlar yolculuğunda, Pir Sultan Abdal’ın, “Hazret-i Şah’ın Avazı / Turna derler bir kuştadır. / Asası Nil deryasında, / Hırkası bir derviştedir.” dörtlüğünde dediği gibi, Nil deryasına, firavunlar diyarına giderek, Tanrı’nın İki Eli ile Ka ve Ru kavramlarının Eski Mısır’da kullanılışı ve rahman-rahim kavramları ile ilişkisine kısaca değinilmiştir.
Hazret-i Şah’ın Hırkası bizi Anadolu’ya, Bektaşi’liğe getirmiştir. Kılıç ve Besmele kavramları anlatılırken, Fikir Sahibi Kılıç-Zülfikâr’a ve diğer kılıç sembolizmlerine değinilmiştir. Erenlerin ejderhaları öldürdüğü tahta kılıç sembolizmine ise, özellikle yer verilmemiştir. Anlatılmayan bir diğer sembol de, rahim kavramıyla ilintili, Balım Sultan dervişlerinin kullandığı, mücerretlik sembolü olan mengüş’tür.
Adem ve onun yeryüzünde geçirdiği metamorfoz, Balım Sultan’ın bize miras bıraktığı derviş resminin bazı unsurlarına işaret edilerek anlatılmıştır (Resim 21). Metamorfozun başlangıç noktasını oluşturan Balık sembolünün, Kur’an ve İncil’deki yeri, Eski Mısır’daki kullanılışı anlatılmış, ardından kısaca astrolojide balık burcunun yeri ve önemine yer verilmiştir.
Ruhun metamorfozunun ikinci durağını, eşek sembolize eder. Bu nedenle, Mevlâna kendisini, “eşekler sürüsünün kulağına, Tanrı kelâmını iletmeye çalışan Tanrı eri” olarak tanımlamıştır. Burada, bu sembolün tarih boyunca farklı biçimlerde kullanılışı, kısaca anlatılmaya çalışılmıştır; anlamını pek de sorgulamadığımız, eşeğine hep ters binen Nasrettin Hoca’nn bizi güldürmesi gibi.
Ruhun olumsuz metamorfozunun son durağı, ejder’dir. Çünkü eşek, zaptedilmezse ejderleşir. Batı tarihi, ejderleri öldüren şövalyeler; Anadolu tarihi de, tahta kılıçlarla ejderleri hıyar gibi doğrayan dervişlerle doludur. Bu kitapta, ruhun yozlaşmasının son aşaması olan bu sembolizme yer verilmemesinin nedeni, zaten günlük gazetelerin insanların canavarlaşmasının sayısız örnekleriyle dolu olmasıdır.
Ezoteri-batınilik’te asıl olan, alışık olmayan göze, ışığın azar azar verilmesidir. Metin içerisindeki bazı açıklamalar, alışık olan gözler için yapıldığından; aşina olmayanların bunu doğal karşılayacağını umuyor ve sizleri semboller yolculuğuna uğurluyorum.
Mehmet Saltık
Sayfa Sayısı: 96
Baskı Yılı: 2009
Dili: Türkçe
Yayınevi: Hermes Yayınları