“Acıyı neden kendi tekeline alıyorsun. Başkalarının da benzer acılar yaşadığını neden görmek istemiyorsun?” dedim. O fotoğraf ve haberlerin olduğu dosyayı açıp, tableti eline verdim. Yanında sessizce oturdum. Bir süre sonra usulca; “İstanbul’a ne zaman gidelim?” diye sordu. O kadar çok sevinmiştim ki sımsıkı kucakladım Çiçek’i.İstanbul’a gidip kayıp yakınlarını, Cumartesi Annelerini bulduk. Anneler bin yıllık bir tecrübeyle sarıp sarmadılar bizi. Çiçek daha konuşmaya başlamadan anladılar Çiçek’in yaşadıklarını. Çiçek gözyaşlarıyla, onların anlattıklarını kafa sallayarak dinledi. Hiç bitmeyen özlemin ne olduğunu, ona katlanma yollarını ve bitmeyen umutlarını anlattılar. Çiçek’in kendine itiraf edemediği “Hiç olmazsa mezarı olsun” sözü, içini dağlasa da tutabileceği elleri bulmuştu. Bir yandan da “Bu acılardan acı beğenmek değil de nedir?” diyerek isyan ediyordu. Bir anne; “Anahtarları üstünde bırakıyorum, gelir de olmazsam kapıdan dönmesin” diye. Bir başkası ne telefonu değiştirmiş ne de evinden taşınabilmiş, “Ya gelirse” diyerek. Yaşadıkları bitmeyen bir acı, tutulamayan bir yas haliydi. Tüm bunlara eşlik eden isyan ve öfke. Böylesi büyük bir acıyı onlara reva gören devletten hesap sorma isteği. Ve yıllar geçse de ellerinden indirmedikleri, hiç değişmeyen, büyümeyen fotoğraftakiler. Kaybedilen; evlatlar, eşler, sevdikleri… Cumartesi Anneleri bize tarifi imkânsız duygular yaratmışlardı.
(Tanıtım Bülteninden)
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.