“Büyüdüm.
Zehirli bir ırmaktı zaman. Bizi kendine, kendini suskunluğa sürükledi.”
O yaz sonu kent kıyamet söylentileriyle uyandı güne. İşaretler bir bir çıkıyordu ya da öyle olduğuna inanmayı istiyordu bazıları. Sokakta alamünit fotoğraf çeken Settar, kenti çalkalayan o dört günde, hesapta olmayan bir gönül hikâyesine savrulacak, hayatı boyunca ondan saklanan sırlar yumağını çözmek zorunda kalacaktı. Bir insanın kendisi hakkında bildiği en temel şeyler yanlış olabilir mi?
Peki böyle bir durumda hatıraların içeriği de değişir mi? Settar’ın bir şeyleri değiştirecek zamanı var mıydı? Dört gün sonraki mahşere hazırlanan kent ahalisi ibadethaneleri ve meyhaneleri doldurmuşken, sırları dökülmüş bir hayatı yeniden biçimlendirmek mümkün müydü? İstanbul tarihinde kaydedilmemiş o dört günlük mahşerin sarsıcı öyküsüdür Kıpırdamıyoruz. Bir halkın yaşadığı altüst oluşun kıyısında kendi hayatına tutunmaya çalışan karakterin öyküsüdür. Aşkın doğasını anlama çabasıdır. Aşkın “her şeye rağmen” olduğunun şiiridir Kıpırdamıyoruz.
Fotoğrafa dönüşen bir dünyanın kuytularında gezinerek onun gizemlerini çözen saf bir çocuğun destansı hikâyesidir. Bu romanı okuduktan sonra kötülük ile iyiliği yeniden tanımlamak zorunda kalacaksınız. Kıpırdamıyoruz içimizde kıpırtısız kalan, suskun isyanın sesi olacak.
İsmail Güzelsoy romanları okumuş olanlar bilir… O, başkadır… Sözcüklerin, hikayelerin efendisidir… Kurduğu hikayelerle insanı teslim alır, başka bir dünyaya götürür. “Her yazı, büyüdür aslında. Yazarlar da büyücü!” diyen bir adam. Bence doğru… Güzelsoy bir büyücü… Benden söylemesi onun dünyasına dalın, kitaplarını okuyun. Pişman olmayacaksınız.
-Ayşe Arman-
İsmail Güzelsoy’un yeni romanı ‘Kıpırdamıyoruz’, çok boyutlu, hayatın temelini oluşturan kavramları bu boyutlarda tartışan bir roman. Kötülerle daha kötüler arasında geçen mücadelede arada kalan, ezilen, zarar gören iyileri anlatıyor. Hiç kimsenin tamamen iyi ya da tamamen kötü olamayacağını düşündürüyor.
-Metin Celal-
(Tanıtım Bülteninden)