Keşiş, Cinler ve Tanıklar, Türkiye tarihinden bir kesit. “Kısa Türkiye Tarihi” de denebilir bu kitaba. Ama o kadar kısa ki bu tarih ve öyle bir kesit ki bir türlü sonu gelmiyor. 1970’lerin sonu ile 1980’lerin ortalarına gelene kadarki yıllarda göründüğü söyleniyor Keşiş’in. Oysa söylendiği gibi değil, hâlâ bir yerlerden bakıyor bize. “Ahmed’in Cinleri” bölümündeki cinler hâlâ içimizde: kimi zaman dersliklerde “Cin Cini” olup hakikatin bilimle mi gönülle mi kavranacağını sorguluyor, kimi zaman Cin Mehmed olup ensemizden gözlüyor bizi, kimi zaman bilmeye ve öğrenmeye yönlendiren Sevdâ biçiminde beliriyor.
Ele avuca sığmaz cinleri var Ahmed’in; bir de tanıkları: Keşiş, Elif, Nuri, Dilek, İlyas, Süavi, İbrahim. Her birinin ayrı bir hayatı, dramı, trajedisi, kahrı, öfkesi, arayışı, kopuş biçimi var ve her biri, Keşiş’i gösteriyor; her birinin yolunu Keşiş tutuyor. Aslında, her şeyi harften ibaret olan Keşiş, onlarda nasıl da parçalandığını görüyor. Okuyanın, düşünenin, anlamaya çalışanın parçalanması bu ve ancak parçalarını gördüğünde kendisini fark etmesi. Keşiş, Elif, Nuri, Dilek, İlyas, Süavi, İbrahim; hepsinin toplamı, KENDİSİ.
Dünyasını harflerden, kitaplardan kurmuş olan Keşiş ve benzerinin bir harf oyunu, Keşiş, Cinler ve Tanıklar. “Keşiş, harflerden başını çıkarıp dünyaya bakamaz pek.” Ama bakabileceğini de baktığında ne olacağını da bilir. Bakarsa ne mi olacak? “Bir baksın Tarzan olacak.” Bakışın korkunçluğuna davet ediyor bu kitap.
(Tanıtım Bülteninden)