Veresiye defteri gibidir "Hayat" dediğimiz!
Kimi zaman tespih taneleri gibi alt alta dizilen boyumuzu aşan bir borç, kimi zaman da ileri vadeli bir alacaktır. Ağır yüklerde dahi bana mısın demeyen yelkenli bir salapurya, ya da serdümensiz, pusulasız bir gemidir. Her şeye rağmen tüm korkuları, hüzünleri, sevinç ve coşkuları taşır durur hiç usanmadan. Yün çilesi gibi birbirine dolaşan, çözmeye yeltendikçe daha da karışan zor ve zahmetli bir telaştır. Kaç yıl yaşarsak yaşayalım yarım kalacak bir rüyadır. İlmek ilmek dokunmakta olsa da, asla tamamlanmayacak bir desendir. Bazen de ayaklarımızın altından kayıp giden nadide bir halıdır.
Çetin cevizdir. İçi boş ya da çürük olsa ne gam. Sonu kocaman bir "hiç" olsa da, tüm yılgınlıkları unutarak hep bir hevesle kırarız kabuğunu. Gözü yaşlı bir lodos, bir poyraz ya da imbattır. Bazen yakıp kavurur, bazen toz duman edip savurur. Bazen de karaya vuran tatlı bir esintidir, başımızda esen kavak yelleri misali.
Haksızlık etmeyelim,
Bazen gülüşlerimiz, mutluluklarımız da olur.
Tadı damağımızda kalan horoz şekeri, göğe kurulmuş bir salıncak, kağıttan gemi, uçurtmalar, masallar, körebe, saklambaç falan filan…
Bir anlık çocukluk mudur yoksa o hayat dediğimiz?
Ya da hayat mı çocuk kaldı o kayıp ruhlarımızda?
Tıpkı yarısı kabuğunda kalan yumurta gibi.
Kimi ne kadar doyurduysa…
(Tanıtım Bülteninden)