Denizler, aralarında henüz bilinmeyen bağlantılar ve ilişkiler olsa da, birbirinden bağımsız, canlı varlıklardır. Onlara kavuşan akarsular, barındırdıkları bitkiler ve hayvanlarla, doğanın milyonlarca yılda özenle kurduğu, saat gibi işleyen özel bir yaşam biçimleri vardır. Akdeniz de öyledir.
İnsanın, en küçük bir değişikliği bile binlerce yılda gerçekleştiren doğaya meydan okuyarak, para hırsıyla denizlere müdahalesi başına her zaman büyük belalar açmıştır.
Karadeniz, Marmara ve Ege Denizi’ni de içeren Akdeniz’in doğal dengesi, Kanal İstanbul ile birkaç yıl içinde değişecektir. Üstelik Kanal İstanbul’dan beklenen yararların hiç birisinin gerçekleşmesi olanağı da yoktur.
Kanal İstanbul, tek bir kişinin, “çılgın rant projesidir.” Bu projenin Türkiye için ayrıca, ciddi egemenlik ve güvenlik sorunlarına yol açması kaçınılmazdır.
Başbakan Erdoğan, 2011 yılında Kanal İstanbul Projesi’ni açıklarken, onu, Projenin özellikle Montreux Sözleşmesi’ne etkisi nedeniyle, Türkiye’nin egemenlik haklarına ve güvenliğine olası olumuz etkileri konusunda uyaranlara, “Montrö de neymiş ya. Biz onu da düşündük. Önce bir bakmak lazım, Türkiye Montrö ile ne kazanmış ne kaybetmiş!” diyerek tepki göstermiş; TBMM Başkanı Mustafa Şentop, “Cumhurbaşkanı Montreux Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldırabilir mi?” sorusuna, “teknik olarak evet.” yanıtını vermiştir.
Montreux Sözleşmesi, birisinin “Çömez devlet” diye küçümsemeye kalkıştığı Atatürk dönemi Türkiye’sinin, dünyada bugün bile hayranlıkla söz edilen, anıtsal bir dış politika ve diplomasi başarısıdır.
Nitekim aradan yıllar geçmiş ve Erdoğan, Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında kurtarıcı olarak Montreux Sözleşmesi’ne sarılmış; Şubat 2024’te, bu kitabın son satırları yazılırken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Bu konunun (Montreux Sözleşmesi) tartışılmasını bırakın, akıldan geçirilmesi bile söz konusu olamaz…”demiştir.
Erdoğan dönemi Türkiyesi’nin oradan oraya savrulan dış politikasını en iyi, Erdoğan’ın sık sık tekrarladığı, “Neredeeen, nereye!” sözleri anlatmaktadır.
(Tanıtım Bülteninden)