Yabancılaşma sorunu, doğrudan insanın varlık ve varoluş koşullarına dokunur. İnsanın geleceği açısından giderek bulanık bir görüntü vermeye başlayan çağımızda, belki de, en öncelikli sorundur bu. Keza bu noktada, insanoğlunun, tür olarak varlığını dahi antropolojik bağlamda tehlike altına almaya başlayan bir olgudan bahsediyoruz.
Günümüzün insanı, çağımızın yaşama düzeninin sağladığı koşullarda, doğuştan taşıdığı güçleri, kapasiteleri, enerjileri, gelişen ve değişen ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde hayata geçirebiliyor mu? İnsan, tam da bir insan olarak, özsel yeteneklerini, yetilerini, becerilerini, tadını çıkara çıkara, yaşayabiliyor mu? Kısaca, insan kendini gerçekleştirebiliyor mu?
Bu çalışmada, insanın tür olarak potansiyelini gerçekleştirmesinde, bir insan olarak hayata geçmesinde başat güç olarak bilinen akıl ile yabancılaşma olgusu arasındaki bağlantı temel sorunsal olarak ele alınmıştır.
Aklın, salt araçsal düzleme indirgenerek kullanılması durumunda oluşan çeşitli kullanım biçimlerinin (teknik akıl, bürokratik akıl, iktisadi akıl) yabancılaşma sürecinde oynayageldiği etkin rol serimlenmiştir. Böylece oluşabilecek varlık koşullarının günümüz insanını insansal özünden, varoluş gücünden ve var olandan uzaklaştırarak nasıl bir yabancılaşma içine düşürdüğü gösterilmiştir.
Etik akıl ise, bu türden yabancılaştırıcı akıl kullanımlarının tam da karşısında durarak, kendisine has bütünleyici, kuşatıcı ve sezgisel doğasıyla, insanın, insanlığını kaybetmeden, robotlaşmadan, var olanla, gerçeklikle tekrar insansal anlamda ilişkiye geçmesini sağlayabilecek temel çözüm olarak incelenmiştir.
(Tanıtım Bülteninden)