Ölüm deyince ne düşünürsünüz? Son mu yoksa sonsuzluk mu gelir aklınıza? Herkesin zihninde ölüm kavramı bambaşka bir surettedir. Kimisi bir kurtuluş, kimisi bir başlangıç, kimisi ise bir felaket olarak görebilir ölümü. Mesela ölümü felaket olarak düşünen biri, ölümün kendisine yaklaştığını anladığında sarsıntıya uğrar. Felaketin, kapısını çalmaya geldiği gerçeğini taşıyamayabilir. Bu yüzden ölümü normalize veya romantize etmeye çalışabilir. Ölümü bir son addeden kişi, sevdiği birini yitirdiği zaman bu gerçekle yüzleşmekte zorlanır. Sevdiğiyle geçirdiği zamanın gerçekten sonuna geldiğini, ona bir kez daha bakamayacağını, bir kez daha sarılamayacağını, onunla bir kez daha konuşamayacağını kabullenemeyebilir. Bu gerçek, insanın sırtına normalde olacağından katbekat daha ağır bir yük olur. İnsan kendini, bunun gerçek bir kayıp olmadığına, bir gün bir şekilde kavuşacaklarına ikna etmek ister. Yani insan, sevdiği birini yitirince ölümün bir son olduğuna değil bir sonsuzluk olduğu düşüncesine tutunur. Böylece; kendisi de öldüğünde kaldıkları yerden devam edeceklerdir; yani o kişiyle geçireceği zaman bitmemiştir, yarım kalmıştır. Böylece; ölümün insan zihninde duruma göre farklı perspektiflere evrilmesinin dünya hayatını daha katlanılabilir kıldığını anlıyoruz. Cana Kandemir’in de zihninde ölüm neydi, ne oldu? Cana Kandemir ihtiraslarının peşinde koşan, aşkı, sevgiyi tutkuyla yaşayan bir kızdı. Dünyada kendisi için değeri paha biçilemez, vazgeçmek istemeyeceği şeyler biriktirmişti. Onun ruhunda ölüm; acı, çile ve felaketle eş anlamlıydı. Ona ölümü masumane gösterebilecek tek bir şey yoktu. Ölüm ona geçmişi, kanı, acıyı hatırlatıyordu. Ona göre ölünce her şey tamamen biterdi, bedeni toprağın altında taaffün etmeye başlardı ve geriye sadece kişinin arkasında bırakmayı başardığı izler kalırdı. Cana asla dünyada yaşadıklarından, biriktirdiklerinden bir şey kaybetmek istemiyordu. Fakat ilerleyen günler, aylar ona ölümün o kadar da korkunç bir şey olmadığı, hatta epey normal bir şey olduğu düşüncesini kazandırdı. Bir yerden sonra ölümün son olduğu fikrini, ruhu kaldıramayacak raddeye geldi. Cana karmakarışık hissediyordu, hissedebileceği her şeyi aynı anda deneyimliyordu sanki. Huzur, sıkıntı, yas, keder, gurur… Ruhu her duyguyu aynı anda yaşıyor, onu arafta bırakıyordu. Cana Kandemir koskoca bir yıl geçirmişti böyle. İhtiraslar, verilen kayıplar, tebessümler, gözyaşları. On beş yaşı ona hepsini birden armağan etmişti. Henüz on beş yaşında mıydı, yoksa şimdiye kadar on beş koskoca yıl yaşamış mıydı?
(Tanıtım Bülteninden)
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.