Muhsine Hanım ilk bozayı içip ikincisinin, leblebisiyle beraber çiçekliğin önüne konulmasını söyledikten sonra başladı:
“Gençliğimde hoppaca bir kızdım. Ama Rabbim saklasın, şimdikiler gibi erkeklere ne dirseklerimi açıp gösterirdim, ne göğsümü. Dünya’yı, Konya’yı bilmezdim. Anam babam erken öldü. Fukaralık ayıp değil ya, bana mal mülk olarak damla bırakmadılar. Genç yaşımda komşu ellerine kaldım. Eş dost gayret etti, cömertlik gösterdi. Herkes hâline göre bir hediye verdi. Eşya düzdüler, beni tellediler, pulladılar, herifin birine verdiler. Kör olası pek sarhoş ve soysuz çıktı. O arı, ben çiçek, o burgu, ben tahti. Tanrı’nın günü başlar, canımı yakar. Yemeğin tuzu çok olmuş der, döver; mintanımı çarpık biçmişsin der, döver. Kısacası, paya pay, üç sene dayağını yedim, kahrını çektim. Artık illallah, canıma tak dedi. Bir gün, o evde yokken, bohçamı bağladım, kaçtım. Boşandım, kurtuldum. Bana ettiği yanına kalmadı. Kendisi de meyhane peykesinde can verdi gitti.
Taze dul kaldım. İsteyenler çok oldu. Ama kocadan canım yandı. Şimdiki kocam Hacı’yı buluncaya kadar neler çektim, neler... Bir zaman kimseye varmadım. Elde yok, avuçta yok. Ne ile geçineyim? Sığındığım el evlerinde insanı kırk yıl isterler mi? Bir kibar konağında hizmetçiliğe gitmeye karar verdim. Öyle bir yer buldundu. Haftasında beyefendi beni merdiven aralığında sıkıştırdı. Kaçayım diyorum, herif izbandut gibi kuvvetli, kollarının arasından kurtulamıyorum. Bağırsan, çağırsan olmaz. Neyse helal hoş olmasın, beyefendi benden birkaç öpücük aldı. Ertesi günü oradan tası tarağı topladım, kaçtım. Yine öyle, iki elim böğrümde, açıkta kaldım. Bir zaman daha orada burada süründükten sonra benim küçüklüğümü tanıyan ana dostu bir Ayşe Hanım vardı. Geldi, beni buldu. Yüzümü gözümü okşayıp öperek dedi ki:
“Kızım senin bu yaşta böyle kimsesizliğine, yoksulluğuna yüreğim parçalanıyor. Sana uygun bir yer buldum, gider misin?”
“Temiz, namuslu bir yer olduktan sonra niçin gitmeyeyim anacığım?”