20. yüzyılın en önemli yazarlarından Witold Gombrowicz, başyapıtlarından Trans-Atlantik’te modern dünya insanının başlıca açmazı göçmenlik ve yersiz-yurtsuzlaşma deneyimini ele alır. Eski söylence ve anlatı tekniklerinden esinler taşıyan bu benzersiz roman, belki de yazarın en kişisel eseridir. II. Dünya Savaşı arifesinde, ülkesini Nazilerin işgal etmesi üzerine Arjantin’e ayak basan ve anavatanıyla da, kendini yok eden anakarayla da bağlarını koparan genç bir yazarın şenlikli ve absürt maceralarını anlatan Trans-Atlantik, özünde pusulasını kaybetmiş bir dünyada ferdin devletle ve tarihle hesaplaşmasını konu edinir.
Bir sürgün olarak Gombrowicz’in kendi yaşadıklarından izler taşıyan Trans-Atlantik, mizah ve yergiyle sıvanmış, savaş ve dehşeti üzerine karanlık öngörülerle örülmüş, milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin, savaş çığırtkanlığının dar ve kof kalıpları karşısında bireyden, toplumdan ve hayalgücünden yana taraf tutan, radikal ve cüretkar bir başkaldırıdır...
“Gombrowicz’in önceki ve sonraki eserleri de harikuladedir ama Trans-Atlantik onlardan üstündür. […] Trans-Atlantik’teki incelikli çokseslilik çarpıcı etkisini Gombrowicz’in üsluplaştırmasından alır. Bir sanat yapıtı, ‘büyük’ nitelemesini ancak yazarının can alıcı yöntemler icat etmesiyle
ve bu yöntemleri, ardından gelen kimsenin başarılı bir şekilde taklit edemeyeceği derecede ustaca kullanmasıyla kazanır. Trans-Atlantik’te söz konusu olan da işte budur.”
-Stanislaw Baranczak-
(Tanıtım Bülteninden)
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.