Arkadaşını Davet Et


Sahabiler Ansiklopedisi (İki Cilt Bir Arada)-1692

Sahabiler Ansiklopedisi (İki Cilt Bir Arada)-1692 (001435)

0.0
Fournisseur : Minber
Point de monnaie : 100
Taux d`actualisation : %56 Réduction
TVA Inclus : $78.77
Réduit : $34.66
TVA Inclus : $34.66
Code-barres : 9789752697713
KÜ-9
Dini Kitaplar

Sayfa Sayısı: 704

Cilt Durumu: Ciltli

Sahabiler Ansiklopedisi (İki Cilt Bir Arada)

Dağınık, vahşi, cehalet bataklığında kıvranan bir toplum.

Kötülüklerin, inkâr ve isyanların ruhlarına işlediği, cahiliye âdet ve huylarından asla taviz vermeyen inatçı; bu uğurda birbirinin kanını akıtmaktan perva etmeyen bir millet.

Onlar Resulüllah`a (a.s.m.) tabi oldular. Re-sû-lul-lah`ın (a.s.m.) nur halkasına dahil oldular.

Ve tarihte eşi görülmemiş bir inkılabı yaşadılar. Yavrusunu diri diri toprağa gömen birer canavarken karıncayı dahi incitmekten sakınan birer merhamet ve şefkat timsali haline geldiler.

Çünkü onlar doğrudan doğruya peygamberlik güneşinden ışık almışlardı. Bu yüzden onlar kıyamete kadar kendine tabi olanlara yol gösterecek birer "yıldız" oldular.

İnsanlığın en faziletlileri olan Sahabîlerin sayısı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, 100 binin üzerinde olarak zikredilir.

Daha önceden iki cilt halinde neşredilen ve yeni bir düzenlemeyle tek ciltte toplanan bu eserde, 5 ana bölümde, 210 Sahabî hakkında bilgi sunuldu.

İslamî kaynaklardan yapılan geniş ve titiz araştırmalar neticesi elde edilen bilgiler, sadece ansiklopedik malumat verme yerine, okunup istifadeyi kolaylaştırıcı bir üslupla kaleme alındı.

ÖNSÖZ

Yedinci yüzyıl Arabistan’ı her bakımdan bozuk, şirazeden çıkmış bir hâldeydi. Ala-bildiğine vahşileşmiş, canavarlaşmış, bütün güzel hasletlerden uzaklaşmış olan insan-lık, o günkü kadar bozulmamış ve azmamıştı. Öyle ki, kabilelere hücum edip hür in-sanları köleleştirecek, köleleri de hiç yere öldürebilecek kadar yoldan çıkmışlardı. Ara-bistan’ın her yanı bin türlü rezaletin, ahlaksızlığın zevkle işlendiği birer sefalet yuvası hâline gelmişti. İçki su gibi içiliyor, kumar bütün çeşitleriyle oynanıyor, fuhuş sıkılma-dan açıkça işleniyor, faiz ilikleri sömürüyordu. Kabileler arasındaki kan davaları yü-rekler sızlatacak dereceye varmıştı. Bir kısmı yüzyıllar boyu sürüp gidiyordu. Medi-ne’deki Evs ve Hazreç kabileleri bunun açık bir misaliydi. Her iki kabile arasındaki düşmanlık 130 yıldan beridir devam edip gidiyordu. Kız çocukları utanç vesilesi kabul ediliyor, canlı canlı toprağa gömülüyordu.

İnsanlar taştan, tahtadan kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyor, onlar adına kur-banlar kesiyor, adaklar adıyor, onlara yalvarıp yakarıyorlardı. Bu sapık inanç ve âdetler Arapların kan ve damarına öylesine işlemiş, onlara öylesine inanıp bağlanmışlardı ki, "Biz atalarımızı bu yolda bulduk. Bu yol doğru yoldur. Ne olursa olsun yolumuzdan dönmeyiz." diyecek kadar inatlarının peşindeydiler.

Her cihetten şaşkınlık ve taşkınlık içinde bulunan bu insanlara kurtuluş yolunu kim gösterecek, duygu ve kabiliyetlerini kim yönlendirip inkişaf ettirecekti? Onları birbirle- riyle kaynaştırıp bir araya kim getirecekti?

Öyle biri gelmeliydi ki, kâinatın ne mana ifade ettiğini, insanın ne olduğunu, niçin yaratıldığını, bu dünyaya ne maksatla gönderildiğini, vazifesinin ne olduğunu öğretme-liydi. Anlaşılmaz bir kitap, manasız bir kâğıt tomarı hâline gelen kâinatı, manasızlıktan kurtarıp, neler ifade ettiğini anlatmalı ve insanın o muhteşem kitap karşısında nasıl davranması gerektiğini göstermeliydi.

Öyle biri gelmeliydi ki, insanca yaşamayı, hayatın gerçek zevkini almayı; hakkı, hukuku, adaleti, eşitliği, sevgiyi, saygıyı, doğruluğu, dürüstlüğü nokta nokta işlemeliy-di.

İnsanlık daha ne kadar bekleyebilirdi? Sadece insanlık değil, dağ taş, canlı cansız her yaratık o kurtarıcının hasretiyle yanıp tutuşuyordu. O gelecek, kâinatı manasızlık-tan, başıboşluk ve gayesizlikten kurtaracaktı.

Cenâb-ı Hak bu hasretli gözleri yolda koymadı. Sevgili Resûlü Hz. Muhammed Mustafa’yı (a.s.m.) gönderdi. Onun gelişi âlemlere rahmet oldu. Birden kâinatın yüzü güldü. Kâinat onunla mana kazandı, insanlık onunla kendine geldi, her şeyin gerçek yüzü onun getirdiği nurla tanındı. İnsanlar onunla doğru yolu buldu. O zat kendisine verilen en büyük mucize Kur’ân’ı eline aldı, kâinatı okudu ve okuttu:

"Bakın," dedi, "şu muhteşem kâinata, şu muhteşem yıldızlarla süslü gökyüzüne; gü-neşe, aya bakın; nasıl ince hesaplarla döndürülüyor... Bakın geceye, gündüze; nasıl birbirini takip edip duruyor... Şu dağlara, ovalara, çaylara, ırmaklara, toprak altına gü- mülüp yeniden dirilen sayısız bitkilere bakın. Kendi yaratılışınıza bakın. Bir damla su-dan sizi yaratanı düşünün.

"Aklınızı başınıza alm. Bu işler rastgele işler değil, bunlar kendi kendine olamaz. Bir yaratıcının ilmiyle, kudret ve iradesiyle böyle mükemmel tanzim ediliyor. Bunları anlayın da, şu kimseye bir zarar ve bir fayda vermeye gücü yetmeyen putlara tapmak-tan vazgeçin. Bu manasız ve gülünç inançlarla kendinizi küçültmeyin. Sizi insan olarak yaratan Rabb’inize iman edin ve sayısız nimetlerle sizi yaşatan Hâlık’ınıza şükredin ve yalnız O’na ibadet edin."

Aklını kullananlar bu İlahî davete uydu. Bunalmış ruhlarına ebediyet ülkesinin ka-pıları açıldı. Şirkten kurtulup tevhidin cennetine girdiler. O hidayet nuruna pervane ol-dular. O nübüvvet güneşinin manzumesine takılan yıldızlar oldular.

Kâinatı okumaya yanaşmayan inatçı kimseler ise saplandıkları inkâr karanlıkların-dan kurtulamadılar. Onları kâh inatları aldattı, kâh gururları saptırdı. Akıllarını kullan-mamaları, onları bu saadetten mahrum etti.

İmanla küfrün arası açıldıkça açıldı. Tıpkı karanlıkla aydınlık, gece ile gündüz gi-bi...

O zat, eşi ve benzeri görülmemiş öyle büyük bir inkılap yaptı ki, kısa zamanda o ça-pulcu, dağınık, vahşi insanlardan dünyanın en medeni insanlarını çıkardı. Onların ruh-larına işlemiş olan sadece bir değil, yüzlerce âdet ve huylan değiştirdi. Birbirinin kanı-nı akıtmaktan perva etmeyen o milleti, karıncaya basamayacak derecede merhamet ve şefkat timsali yaptı.

O seçkin insanlar hep Resûlullah’ın (a.s.m.) nur halkası içinde yetişti. Resûlullah onlara insanın ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini, vazifelerinin neler olduğunu anlattı. Onlara başıboş olamayacaklarını, bu dünyaya bir imtihan için gönderildiklerini, neticede inananlarla inanmayanların, iyilerle kötülerin birbirlerinden ayırt edilecekleri-ni anlattı.

Onlar içerisinden öylesine büyük insanlar çıktı ki, dost düşman herkes onları takdir etti. Mesela Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’ı tanımakla peygamberlerden sonra en üstün in-san hâline geldi. Hayatını hak yoluna adadı, her şeyini Allah yoluna seferber etti. Mer-hameti, şefkati, efendiliği, ileri görüşlülüğü ve dirayetiyle temayüz etti.

Kendi kızını diri diri toprağa gömecek kadar katı kalpli bir Ömer, imanı elde edip Peygamber terbiyesinden geçince adaletiyle tarihe altın harflerle yazıldı ve Peygambe-rimizin, "Eğer benden sonra bir peygamber gelecek olsaydı, Hattab oğlu Ömer gelirdi." şeklinde takdirine mazhar oldu.

Yine onun terbiyesiyle, meleklerin dahi hayâ ettiği ve alabildiğine cömert Hz. Os-man ile Hz. Ali gibi bir kahraman, ilim ve irfan sevdalısı, züht ve takva abidesi şahsi-yetler yetişti.

Sıradan bir asker iken birdenbire "Allah’ın kılıcı" oluveren harp dâhisi Hâlid bin Velid, bir siyaset dâhisi olan Amr bin ve Acirc;s, sıradan bir köle iken ölünceye kadar başko-mutan olma payesini koruyan Zeyd bin Hârise ve oğlu Üsâme, önceden bir çoban iken sonraları İran valisi olan ve o makamda iken de halktan birisi gibi yaşayan Selmân-ı Fârisî gibi zatlar, o Peygamber-i Zîşan’dan ders alarak parlayan değerlerdir.

O bahtiyar insanlar, o nur deryasından öyle bir kıvılcım almışlardı ki, en medeni, en anlayışlı bir insan olup çıkıyor, erişilmez ufuklara yükseliyor, o feyizle coşuyor, hak ve hakikati duyurmak için ülke ülke koşuyorlardı; en medeni milletlere medeniyet üstadı oluyorlardı.

Kur'ân'da Sahabe

Sahabi, kelime manası olarak "sohbet" ve "sahip" kelimelerinden türetilmiştir. Re- sûl-i Ekrem Efendimizi mümin olarak gören ve mümin olarak vefat eden kişiye de "sa-habi" denir. Sahabe ve ashâb, sahabinin çokluk şeklidir. Bazen bu kelime "iyi ve seç-kin insanlar" manasında Sahabe-i Kirâm veya Ashâb-ı Güzîn şeklinde de kullanılır.

Başta Kur’ân olmak üzere İlahî kitaplar Sahabe-i Kirâm’ı övmüş, onların üstün va-sıflarım dile getirmiştir.

Kur’ân’da onları öven, takdir eden birçok âyet mevcuttur. Bunların bir kısmının meali şöyledir:

"Muhammed, Allah’ın Resûl’üdür. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler. Sen onların rükû ve secde ettiklerini görürsün. Onlar, Allah’ın lütfunu ve rızasını ararlar. Yüzlerinde ise secde izi vardır. Onların Tevrat’taki vasfı budur. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Onlar filizini çıkarmış, sonra gitgide kuvvet bulmuş, kalınlaşmış ve gövdesi üzerinde yükselmiş bir ekine ben-zer ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Allah’ın onları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmesi, kâfirleri öfkeye boğmak içindir. Onlardan iman eden ve güzel işler yapanlara Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir."1

Şu âyette de onların methedilen özellikleri yer alır:

"İman edip de hicret eden ve Allah yolunda cihat eden kimselerle onlan barındıran ve onlara yardım eden kimseler ise gerçek müminlerin tâ kendileridir. Onlar için gü-nahlarından bağışlanma ve cennette tükenmez bir rızık vardır."2

Allah’ın rızasına nail oldukları da şöyle ifade edilir:

"İslam’da önceliği olan Muhacirler ve Ensar ile onları güzellikle takip ederek örnek alanlar ve onları hayırla yâd edenlere gelince... Allah onlardan razıdır, onlar da Al-lah’tan razıdırlar. Allah onlara, içinde ebedî olarak kalmak üzere, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Bu ise en büyük kurtuluştur."3

Muhacir ve Ensar’ın birbirlerine olan kardeşlik bağlan da şöyle ifade edilir:

"O mallarda, bir de yurtlarından çıkarılıp mallarından mahrum bırakılmış fakir mu-hacirlerin hakkı vardır ki, onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını arar, Allah’ın dinine ve Re- sûlüne yardım ederler. İşte onlar imanlarında sadık olanların tâ kendisidir.

"Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı kalplerinde yerleştirmiş olanlara ge-lince... Onlar kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şey-den dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ihtiraslarından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir.

"Onlardan sonra gelenler de, ‘Ey Rabb’imiz,’ derler, ‘bizi ve bizden önce iman et-miş olan kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı kalplerimizde kin bırakma Ey Rabb’imiz. Muhakkak ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin."4 Sahabilerin cesareti de şöyle anlatılır:

"Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, ‘Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar. Onlardan korkun!’ dedi de, bu söz onların imanını artırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ dediler."5

Diğer İlahî kitaplarda da sahabilerden övgüyle bahsedilir. Zebur’da onlar hakkında, "Ey Dâvud, Muhammed’i ve ümmetini bütün ümmetlere üstün tuttum."6 ifadesi yer alır. Tevrat’ta ise onlardan "Kutsiler" diye söz edilir. İncil’de sahabilerden, "cihatla gö-revli" kimseler olarak bahsedilir.

Hz. Kâb’a Kitab-ı Mukaddes’te sahabiler hakkında neler anlatıldığı sorulduğunda şunları söyledi:

"Ahmed (a.s.m.) ve ümmeti Allah’a çok hamd ederler. İyi ve kötü hiçbir hâllerinde şükürden ayrılmazlar. Allah’ın şanını yüceltir, O’nu her yerde anarlar. Onların yakarış-ları göklere kadar yükselir. Namazlarını öylesine bir huşu içinde kılarlar ki, çıkardıkları uğultu, oğul arılarının kayalardaki uğultularına benzer. Namazlarında melekler gibi saf tutarlar. Savaşta da namazdaki gibi dizilirler. Allah yolunda savaşa tutuştuklarında me-lekler keskin ve sivri mızraklanyla onların ön ve arkalarında yer alır; ve mdash;işaret parmakla-rıyla işaret ederek ve mdash;tıpkı şu beyaz çiçeklerin, yapraklarının gölgelerini takip ettikleri gibi. ve mdash; Allah da kudretiyle onları gölgeler. Onlar asla savaştan geri kalmazlar."7

Hadisler

Resûl-i Ekrem de (a.s.m.) sahabilerinden takdirle bahsetmiş, Müslümanların da on-lara karşı tavır ve tutumlarının nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Bununla ilgili ha-dislerin bir kısmının meali şöyledir:

"Ne mutlu beni görüp iman edene! Ne mutlu beni göreni görene!"8 "Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Sakın benden sonra onlara düşman olup sövmeyin! Onları seven, bana olan sevgisinden dola yı sevmiş olur. Onlara kızıp kin duyan da, bana olan kin ve düşmanlığından dolayı böyle yapmış olur. Onlara sıkıntı veren bana sıkıntı vermiş, bana sıkıntı veren de Al-lah’a eza etmiş olur. Allah’a eza eden de büyük bir felaketle yüz yüze gelmiş olur.

Bir gün Peygamberimize, "İnsanların en hayırlısı hangisidir?" diye soruldu. O da, "Benim asnmdakilerdir. Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir" diye cevap verdi.10

"Ashâbım yıldızlar gibidir; hangisinin arkasından giderseniz gidiniz doğru yolu bu-lursunuz."11

Başka bir hadislerinde ise Peygamberimiz, Ashâbına dil uzatılmamasını emreder ve şöyle buyurur:

"Sakın benim Ashâbıma sövmeyiniz! Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ede-rim ki, Uhud Dağı kadar altını sadaka olarak verseniz, sahabilerimden birisinin iki avuç hurma sadakasına, hattâ bunun yansına bile yetişemezsiniz."12

En üstün insanlar

Sahabe en üstün mertebededir. Çünkü onlar doğrudan doğruya peygamberlik güne-şinden ışık almışlardır. Ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, evliyanın onlara yetişeme- melerinin sebebi, Sahabenin Peygamber sohbetindeki sırra ermiş olmalarıdır. Sohbetin başka bir özelliği vardır. Sohbette yıkanma vardır, boyanma vardır. Bir dakikacık dahi olsa o sohbette bulunmanın o kadar büyük manevi feyiz ve kazancı vardır ki, en büyük evliya dahi onu tadanlara ulaşamaz.

Uyanıkken Resûlullah ile sohbet eden, yerdeyken Arş’ı seyreden Celâleddin-i Su- yutî gibi büyük veliler bile ancak Sahabeden sonra yerlerini alabilmişlerdir.

Sahabeyle evliya arasındaki bu farkın en önemli sebebi, Sahabenin doğrudan Pey-gamber güneşinden, diğerlerinin ise o güneşin aynadaki aksinden faydalanmış olmala-rıdır.

Sahabe, peygamberlerden sonra Allah’a manen en yakın olan insanların adıdır. Çünkü onları bizzat Resûlullah terbiye etmiş, ruh ve kalplerini kötü düşüncelerden arındırmıştır.

Sahabiler bütün duygularını İslam toprağında iman suyuyla sulamış, inkişaf ettir-mişlerdir. Onların bütün duygu ve latifeleri uyanıktır. Mesela sahabiler, "Sübhanallah, elhamdülillah" dediklerinde, kelimenin tam manasıyla söylerlerdi. Namaz kıldıklarında bütün dünyadan el etek çeker, her şeyi unutur, âdeta fâni olurlardı. Ceset olarak görü-nür, fakat manen yüce âlemlere uçarlardı.

İşte bu sır içindir ki, birçok duygu ve kabiliyeti körelmiş veya başka taraflara yönel-miş günümüz insanının duygularını uyandırabilmesi, büyük ve devamlı bir gayreti ge-rektirmektedir. Sözler’de denildiği gibi, bir Sahabenin 40 dakikada kazandığı fazilete ve makama, başkasının 40 günde, hattâ 40 senede yetişebilmesindeki sır burada saklı-dır.

Sahabenin bütün meselesi Allah’ın rızasını kazanmaktı. Günleri, saatleri "Allah’ın rızasını nasıl kazanabiliriz?" sorusuna cevap bulmak ve o yolda olmakla geçerdi. Dik-katleri ona yönelmiş, kalpleri ona bağlanmıştı. Niyetler, sohbetler ve bütün münasebet-ler o çerçeve etrafından dönerdi. Onların gözünde dünya saadeti ancak ebedî saadete basamak olabildiği ölçüde mana ifade ederdi.

Geçim derdi içinde boğulmuş, bütün meselesi dünya hayatı, menfaat ve siyaset ol-muş; fikir ve kalpleri dağılmış, zihni maneviyata yabancılaşmış, himmet ve gayretleri parçalanmış günümüzün insanının Sahabeye yetişmesi elbette ki mümkün değildir.

Sevap noktasında da onlara yetişmek imkân dışıdır. Nasıl bir asker bazı şartlarda, mesela bir harp hâlinde önemli bir mevkide nöbet tutar veya savaşırken şehit düşer, bir dakikada yüksek mevki olan şehitliğe ulaşır. İşte Sahabenin bütün dakikası o erin şehit olduğu dakika gibidir. Dünyanın her türlü menfaatini ayaklar altına alıp İslam’ın bir tek meselesini dahi dünyanın en büyük menfaatine feda etmeyen, bin bir türlü korku ve tehdide rağmen imanından ve hak yoldan ayrılmayan Sahabeye kim yetişebilir? Sonra "Essebebü kelfâil [Bir şeye sebep olan, onu işlemiş gibidir]." sırrınca sevap açısından da yine onlara yetişilemez. Çünkü onların açtığı çığırda yürüyen bütün ümmetin sevap-larının bir misli onların defterine de yazılır.

Fazilet bakımından sahabilere erişilemeyeceği gerçeğini Aşere-i Mübeşşere’den Sâid bin Zeyd (r.a.) şöyle anlatır:

"Bir kimsenin Resûlullah ile (a.s.m.) birlikte yaşayıp cihatta yüzünün tozlanması, sizden birinizin Nuh Aleyhisselam kadar yaşasa bile bu müddet içinde hayırlı amelleri-nin hepsinden hayırlıdır."

Manevi derece bakımından bu durumda olan sahabilerin aleyhinde konuşmak, onla-ra dil uzatmak, şüphesiz, kişiye büyük bir mesuliyet yükleyecektir. Bu hususu Hatîb-i Bağdadî (1002-1071) şöyle ifade eder:

"Sahabe doğrudur, adildir. Çünkü onlann doğruluğunu, dürüstlüğünü, temizliğini Allah bildirmiştir. Resûlullah’ın Ashâbından birisine kimin kem gözle baktığını görür-sen, bil ki, o zındıktır! Çünkü Kur’ân da, Peygamber de (a.s.m.) ve onun getirdikleri de haktır. Bunları bize tebliğ eden ve aktaranlar ise sahabilerdir."13

Sahabede Peygamber sevgisi

Allah’tan sonra en çok sevgiye layık olan, şüphesiz, Allah Resûlü’dür. Resûlullah’ı en çok sevenlerin başında ise Sahabe gelir. Bu gerçek, Kur’ân’da şu şekilde ifadesini bulmuştur:

"Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha sevgilidir."14 Kur’ân’ın medhine mazhar olan sahabilerde bunun birçok canlı misalini görmek mümkündür. Onlar bu yolda eşsiz ve erişilmez fedakârlık örnekleri vermişlerdir." İnan-dık" demekle yetinmemişler, Resûlullah’a (a.s.m.) sevgi uğrunda her türlü zulme ve iş-kenceye göğüs germişlerdir. Bu uğurda gerektiğinde yurtlarından, mallarından ve can-larından fedakârlık etmişlerdir. Onların Resûlullah’a olan sevgileri, yavrusunu koru- mak için kendisini tehlikeye atan bir annenin ciğerparesine olan şefkatinden daha faz-laydı. Mesela Hz. Ali’ye, "Siz Resûlullah’ı (a.s.m.) ne kadar seviyordunuz?" diye so-rulduğunda, o, şu cevabı vermişti:

"Resûlullah bize malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve babamızdan da-ha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzudan daha çok arzu du-yar, daha çok severdik."15

Bu sevgi Resûlullah’ın şu mübarek sözüne bağlılıklarının ifadesinden başka bir şey değildi:

"Hiçbiriniz beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan da-ha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz."16

Bu hakikat en güzel tezahürünü Sahabenin hayatında bulmuştu. Belki de bunun ilk tecrübelerinden birine Hz. Ömer muhatap olmuştu. Bir gün Resûlullah’m: "Beni ne ka-dar seviyorsun?" sorusuyla karşılaştı. Cevabı ise, "Seni canımdan başka her şeyden çok seviyorum!" oldu. Ama Resûlullah en can alıcı noktaya dikkatini çekmiş, "Canından da çok sevmedikçe tam iman etmiş olamazsın, ya Ömer!" buyurmuştu. Resûlullah’ı nasıl ve ne derece sevmesi gerektiğini öğrenen Hz. Ömer de, "Canımdan da çok seviyorum yâ Resûlallah!" diye cevap vermişti. Peygamberimiz de (a.s.m.), "Şimdi oldu, ya Ömer." diyerek, onun şahsında bütün Müslümanlara sevgiyi kullanmalarındaki ölçüyü göstermişti.

Sahabe-i Kirâm, sevgiyi ruhlarının gıdası olarak görüyor, o sevgiyle kalplerinin canlanacağına inanıyorlardı. Bu, onlar için en büyük bir zevkti. Çünkü onlar, hadiste belirtilen imanın zevkine erdiren üç şeyden birinin "Allah ve Resûlü’nü her şeyden çok sevme"17 olduğunu çok iyi kavramışlardı. O zevkle kendilerini tehlikelere attılar, nice güçlüklere katlandılar.

Sahabe-i Kirâm kadar Resûlullah’a bağlı ikinci bir topluluk yoktur. Onlar bütün davranışlarında onu örnek edinmiş, söz, davranış ve fiillerini ölçü olarak kabul etmiş-lerdir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, Resûl-i Ekrem’i (a.s.m.) "en güzel örnek" olarak göste-rir. Allah onu yüce ahlakla bezemiş, en güzel edeple edeplendirmiş, insanlığa rehber yapmıştır. Bu ise Resûlullah’ı bütünüyle örnek almak ve onun Allah’tan getirdiklerini tatbik etmekle mümkündür. Bu husus âyette mealen şöyle dile getirilir:

"Resûlullah’m size getirdiklerini tutunuz, yasak ettiklerinden de sakınınız."18 Diğer taraftan insan için en büyük gaye, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmaktır. Bunun yolu da Resûlullah’a tabi olmaktan geçer. Nitekim ve Acirc;l-i İmrân Sûresi’nin 31. âyetinde bu hakikate dikkat çekilerek mealen şöyle buyurulur:

"De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahları-nızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."’

Bu emirler ışığında yaşamayı gaye edinen sahabilerin en mühim meselesi, Resûlul-lah’m sevgisini kazanmak, ona olan bağlılıklarını göstermekti. Ona olan bağlılıklarının yolu da onu dinlemek ve ona tabi olmaktan geçiyordu.

Bunun en güzel misalini Bedir Muharabesi öncesi Sa’d bin Muâz’ın şu sözlerinde görüyoruz:

"Yâ Resûlallah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğu-na şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Resûlallah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bize de-nizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın seninle birlikte dalarız!"

Sahabilerin derecesi

Çok kısa bir müddet için de olsa Peygamberimizi gören müminlere "sahabi" den-mekle beraber, onu görenler arasında diğerlerinden önce Müslüman olanlar ve bütün hayatlarını onun yanında geçirenler, birlikte savaşlara katılanlar vardır. Yine onunla birlikte İslam’ın yayılması, Allah’ın isminin duyurulması için çalışan, mücadele eden-ler bulunmaktadır. Peygamber Efendimizle beraber müşriklerin hakaret ve tehdidine uğrayanlar, işkence görenler, mallarını, yurtlarını, çoluk çocuklarını bırakıp başka bel-delere hicret etmek mecburiyetinde kalanlar ve Allah yolunda şehit olanlar vardır. Bu sahabiler arasında derece farkının olması gayet tabiidir. Fakat her sahabiyi fazilet bakı-mından bir ve aynı mertebede saymak mümkün değildir. Sahabiler arasındaki bu fark-tan dolayı, İslam âlimleri onları tabakalara ayırmışlardır.

Buna göre, Peygamber Efendimizden sonra bütün insanların en faziletlisi Hz. Ebû Bekir, ondan sonra sırasıyla Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’dir. Dört halifeden sonra fazilet yönünden üstün olanlar dünyada iken cennetle müjdelenen ve "Aşere-i Mübeş- şere" tabiriyle meşhur olan, kitabımızda da dört halifeden sonra zikredilen zatlar gelir.

Bu zatlar da içinde olmak üzere sahabilerin fazilet bakımından derecelendirilmesi şöyledir:

1) Dört Halife gibi ilk Müslüman olanlar.

2) Dârü’l-Erkâm Ashâbı. Hz. Ömer Müslüman olduktan sonra Dârü’l-Erkâm’da bu-lunan Peygamberimizin yanma götürülmüştü. İslam’ın açıkça duyurulduğu o sırada Mekkelilerden Müslüman olanlar bu sınıfa girmektedir.

3) Habeşistan’a hicret eden sahabiler.

4) Birinci Akabe Ashâbı. Peygamberimize ilk olarak Akabe’de biat eden Medineli Müslümanlar.

5) İkinci Akabe Ashâbı.

6) İlk Muhacirlerden olup Peygamberimiz Medine’ye girmeden önce Küba’da iken kendisine yetişen müminler.

7) Bedir Savaşı ’na katılanlar. Bu zatlar hakkında Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

"Allah elbette Bedir ehlinden razı olmuştur. Dilediğinizi yapınız, Allah sizi affetti."

8) Bedir Savaşı ile Hudeybiye Sulhü arasında hicret edenler.

9) Rıdvan Biatı’na katılanlar.

Rıdvan Biati, Peygamberimizin ve sahabilerin Mekke müşrikleri tarafından umre yapmaktan men olunmaları üzerine meydana gelmiştir. Burada Peygamberimiz, gele-cek sene umre yapmak için müşriklerle bir de anlaşma imzalamıştı. Hudeybiye, bir ku- yunun bulunduğu yerin adıydı. Bu kuyunun yanında bir de ağaç vardı. Fetih Sûresi’nde bu zatlar hakkında mealen şöyle buyurulur:

"Ağaç altında sana biat eden müminlerden Allah elbette razı olmuştur."

10) Hudeybiye ile Mekke’nin fethi arasında hicret eden sahabiler. Bu zatlar arasında Hâlid bin Velid, Amr bin ve Acirc;s ve Ebû Hüreyre gibi zatlar vardır.

11) Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olanlar

12) Peygamberimizi Mekke’nin fethi sırasında ve Veda Haccı’nda gören çocuklar.19 Suffe Ashâbı

"Suffe," maddi-manevi varlık ve hayatlarını Sevgili Peygamberimizin (a.s.m.) hiz-metine adamış olan sahabilerin oturdukları mekânın adıdır. Mescid-i Saadet’in arkasın-da ev, aile, mal ve mülk ile ilgisi bulunmayan bu yıldız sahabiler için inşa edilmiş bir yerdir. Bu mütevazi mekânda yaşayan Suffe Ashâbı’nm eğitim ve talimiyle Peygamber Efendimiz bizzat ilgilenmişlerdir. Kur’ân’ın cihanı kuşatan prensip ve hakikatlerini ön-ce Suffe Ashâbı’na öğretmişlerdir. Suffe Ashâbı’nın bütün vakti ilim, tefekkür ve iba-detle geçmiştir. Mukaddes dava uğrunda hayatı hiçe sayan bu mücahitler, Kur’ân’a sözle karşılık veremeyince kılıçla saldıran müşriklere karşı cihat ederek şehadet gibi yüce bir makama ermişlerdir. Bir tebliğ ve cihat hizmeti olunca Peygamber Efendimiz ilk evvela Suffe Ashâbı’ndan seçmiştir.

Suffe Ashâbı’m "Allah yoluna nefsini vakfetmiş talebeler" olarak vasıflandıran El-malık Hamdi Yazır özetle şöyle der:

"Bundan dolayı, İslam âleminde medreseler camilerin yanma yapılır ve medreseler-de okuyan talabelerden Ashâb-ı Suffe’nin yolundan gitmeleri beklenir: İlim tahsili, iba-det, din uğrunda her türlü meşakkate tahammül ile iffeti muhafaza, dinin neşrine hiz-met, icabında cihat.. ,"20

Mukaddes çileyi sahabileriyle paylaşan Sevgili Peygamberimizin yanından hiç ay-rılmayan, onun nurlu sohbetiyle yükselen Suffe Ashâbı, ondan büyük feragat dersi al-mıştır.

Suffe Ashâbı’nm sayısı hakkında kesin bir rakam yoktur. Sayılan zaman zaman ar-tar ve eksilirdi. Bir kısmı Peygamberimizin müsaadesiyle evlenir, bir kısmı vefat eder, bir kısmı da tebliğ vazifesiyle başka beldelere giderdi. Bununla birlikte sayılarının 100 ile 400 arasında değiştiği bilinmektedir.

Sahabenin sayısı

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) irtihâl ettiği sırada hayatta bulunan sahabilerin top-lam sayısı hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber, 100 binin üzerinde olduğu belirtilmektedir. Mesela Veda Haccı’na 40 bin sahabi, Tebük Seferi’ne 70 bin sahabi katılmıştı. İmam Şâfıî ise, Peygamberimizi gören ve ondan hadis rivayet eden 60 bin sahabinin bulunduğunu söylemektedir. Ancak daha önce vefat edenlerden başka, Mek-ke’nin fethi sırasında sahabiler uzak beldelere dağılmış olduklarından isimleri sonraki nesile tam olarak intikal etmemiştir. En çok sahabi ismini, İbni Hacer, kaydetmiştir: 11 bin 783 adet.

‘el-İsâbe"de

En çok hadis rivayet eden sahabiler

13) Ebû Hüreyre (r.a.), rivayet ettiği 5 bin 374 hadisle ilk sırada bulunmaktadır. Ken-disinden de 800 kadar zat (ravi) hadis almıştır.

14) Abdullah bin Ömer (r.a.), rivayet ettiği 2 bin 630 hadisle ikinci sırayı almıştır.

15) Enes bin Mâlik (r.a.), Peygamberimizden 2 bin 286 hadis rivayet etmiştir.

16) Hz. ve Acirc;işe Validemiz (r.a.), Peygamber Efendimizden 2 bin 210 hadis rivayet et-miştir.

17) Abdullah bin Abbas (r.a.), Peygamberimizden 1660 hadis rivayet etmiştir.

18) Câbir bin Abdullah (r.a.), Peygamber Efendimizden 1540 hadis rivayet etmiştir.

19) Ebû Said el-Hudrî (r.a.) ise Peygamber Efendimizden 1170 hadis rivayet etmiştir.

Sahabilerin fakihleri

Dinî meselelerde fetva veren sahabiler pek çoktu. Dört Halife bu hususta ilk sırayı almakla beraber, fetvaları kaydedilen ve bize kadar ulaşan sahabiler ise şunlardır:

Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah bin Mes’ud, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas, Zeyd bin Sâbit, Hz. ve Acirc;işe...

Bu zatlardan her birisinin fetvası ayrı ayrı bir araya getirilse, birer büyük cilt tuta-cak kadardır. Bunlardan başka 20 kadar daha Sahabenin verdiği fetvalar birer küçük ki-tap olacak mahiyetteydin

"Dört Abdullah"

Sahabe-i Kirâm içinde 200, başka bir rivayete göre 300 kadar Abdullah vardır. Bun-lardan dördü, "Dört Abdullah" manasına gelen "Abâdile-i Erbaa" olarak meşhurdur. Bunlar: Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah bin Arar bin ve Acirc;s’tır (r.a.). Peygamberimizin ahirete irtihâlinden sonra birçok meselenin çözümünde bu sahabilerin görüşlerine müracaat edilmiştir. Bunların görüş birliğine vardıkları meseleler ise, "Abâdile kavli" olarak ifade edilmiştir.

En son vefat eden sahabiler

Ebû Tufeyl ve Acirc;mir bin Vâsile el-Leysî en son vefat eden sahabidir. Hicrî 100 ile 110 yılları arasında vefat ettiğine dair farklı rivayetler vardır. Bununla beraber, çeşitli bel-delerde vefat eden sahabiler de ayrı ayrı zikredilmektedir. Mesela Medine’de en son vefat eden sahabi Hicrî 99 tarihinde vefat eden Mahmud bin er-Rebî, Mekke’de Abdul-lah bin Ömer (73), Basra’da Enes bin Mâlik (93), Kûfe’de Amr bin Hureys, Şam’da Abdullah bin Büsr-i Mâzinî, Dımeşk’ta Vasile bin Eska...

Buna göre, Hicrî 110 tarihinden sonra hayatta olan hiçbir sahabi kalmamıştır.

Sahabiler hakkında yazılan eserler

Sahabiler hakkında çeşitli tarihlerde pek çok eser kaleme alınmıştır. Fakat bu sahada meşhur olanlar şunlardır:

20) Ebû Ömer bin Abdilberr’in (368-463) "el-İstîâb Fî-Mârifeti’l-Ashâb" isimli eseri. Bu eserde 3 bin 500 sahabinin isim ve hayatları yazılıdır.

21) İzzeddin bin el-Esîr’in (Hicrî 555-630) "Üsdü’l-Gâbe"si. Bu eserde 7 bin 554 sa-habinin isim ve hayatı vardır.

22) İbni Hacer-i Askalânî’nin (773-852) "el-İsâbe fî-Temyîzi’s-Sahâbe"si. Bu eserde 11 bin 783 sahabinin isim ve hayatına yer verilmiştir.

23) Ebû Nuaym el-İsbehânî’nin (330-403) "Hilyetü’l-Evliyâ"sı. Bu eserde ise Suffe Ashâbı’nm hayatı zikredilmektedir.

24) İbni Sa’d’in (168-230) "Tabakâf’ı...

:t etmiştir, rivayet etmiştir, s rivayet etmiştir.

Bu hususta ilk sırayı ise şunlardır: bdullah bin Abbas,

rer büyük cilt tuta-nlar birer küçük ki-

jdullah vardır. Bun- ’ olarak meşhurdur, ^übeyr ve Abdullah ıra birçok meselenin arın görüş birliğine

İslam tarihi kaynaklarında binlerce sahabiden bahsedilir. Bunların bir kısmı sadece isim olarak zikredilirken, bir kısmının da kısa veya uzun hayatı anlatılır. Biz burada sa-dece hayatlarında ibretler ve örnek sahneler bulunan 213 sahabinin hayatını yazmaya çalıştık.

Bu çalışmada kuru bir ansiklopedik malumat verme yerine, okunup istifadeyi kolay-laştırıcı bir üslubu tercih ettik. Ayrıca Dört Halife gibi her biri müstakil kitap olabile-cek sahabilerin hayatını özet olarak vermeyi uygun gördük.

Her sahabinin hayatını araştırırken, mevcut Arapça ve Türkçe kaynakları inceleyip istifade ettik. Bunun için mümkün mertebe hadis-i şerif ve vakaların geçtiği eserleri dipnotlarda ayrıca kaydettik. Mevzuyla doğrudan ilgili olduğu için, Üstad Bediüzza- man Said Nursi’nin sahabiler ve Dört Halife hakkmdaki izah ve tespitlerini ansiklope-dinin uygun yerlerine aynen dercettik.

Bu çalışmamızla, bir miktar da olsa, Saadet Asrı’nı yansıtmaya, o nurlu nesli tanıt-maya muvaffak olabilmişsek kendimizi bahtiyar sayacağız. Muvaffakiyet Allah’tandır.

İçindekiler

Önsöz 15

Kur’ân’da Sahabe 17

Hadisler 18

En üstün insanlar 19

Sahabede Peygamber sevgisi 20

Sahabilerin derecesi 22

Suffe Ashâbı 23

Sahabenin sayısı 23

En çok hadis rivayet eden sahabiler 24

Sahabilerin fakihleri 24

"Dört Abdullah" 24

En son vefat eden sahabiler 24

Sahabiler hakkında yazılan eserler 24

25) bölüm: Sahabiler Hakkında 27

Birinci hikmet 30

İkinci sebep 30

Üçüncü sebep 31

26) bölüm: Aşere-i Mübeşşere 37

Hulefa-i Râşidîn (Dört Halife) 39

Ebû Bekir (r.a.) 41

Ömer bin Hattab (r.a.) 55

Osman bin Affan (r.a.) 64

Ali bin Ebî Tâlib (r.a.) 73

Dördüncü Lem’a’nın Birinci Makamı 88

Dördüncü nükte 88

Cennetle Müjdelenen Diğer Sahabiler 93

Abdurrahman bin Avf (r.a.) 95

Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.) 99

Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) 102

Sâid bin Zeyd (r.a.) 109

Talha bin Ubeydullah (r.a.)_ Zübeyr bin Avvam (r.a.)

3. bölüm: Sahabe-i Kirâm

Abbad bin Bişr (r.a.)

Abbas bin Abdülmuttâlib (r.a.)

Abbas bin Ubâde (r.a.)

Abdullah bin Abbas (r.a.)

Abdullah bin Abdullah bin Übeyy (r.a.)

Abdullah bin Amr (r.a.)

Abdullah bin Amr bin ve Acirc;s (r.a.)

Abdullah bin Atîk (r.a.)

Abdullah bin Cahş (r.a.) ve mdash;

Abdullah bin Cübeyr (r.a.)

Abdullah bin Ebî Bekir (r.a.)

Abdullah bin Ebî Evfâ (r.a.)

Abdullah bin Huzâfe (r.a.)

Abdullah bin Mahreme (r.a.)

Abdullah bin Mes’ud (r.a.)

Abdullah bin Ömer (r.a.)

Abdullah bin Revâha (r.a.)

Abdullah bin Selâm (r.a.)

Abdullah bin Süheyl (r.a.)

Abdullah bin Ümmü Mektûm (r.a.)

Abdullah bin Üneys (r.a.)

Abdullah bin Zeyd (r.a.)

Abdullah bin Zübeyr (r.a.)

Abdullah bin Zülbicâdeyn (r.a.) _ Abdurrahman bin Ebî Bekir (r.a.)

Adiyy bin Hâtem (r.a.)

Akîl bin Ebî Tâlib (r.a.)

Alâ bin Hadramî (r.a.)

Ammar bin Yâsir (r.a.)

Amr bin Abese (r.a.)

Amr bin ve Acirc;s (r.a.)

Amr bin Avf (r.a.)

Amr bin Cümûh (r.a.)

ve Acirc;mir bin Ebî Vakkas (r.a.)

ve Acirc;mir bin Füheyre (r.a.)

ve Acirc;sim bin Sâbit (r.a.)

Ayyaş bin Ebî Rabîa (r.a.)_ Berâ bin ve Acirc;zib (r.a.)

Berâ bin Mâlik (r.a.)

Berâ bin Ma’rur (r.a.)

Beşir bin Hasâsiyye (r.a.)

Beşir bin Sa’d (r.a.)

Bilâl-i Habeşî (r.a.)

Büreyde bin Husayb (r.a.) Câbir bin Abdullah (r.a.)_ Câfer bin Ebî Tâlib (r.a.)_

Cebbar bin Sahr (r.a.)

Cerir bin Abdullah (r.a.) _ Cüleybib (r.a.)

Dıhyetü’l-Kelbî (r.a.)

Dımâd bin Sa’lebe (r.a.)

Eban bin Sâid (r.a.)

Ebû Akîl (r.a.)

Ebû Berze Eslemî (r.a.)

Ebû Cendel (r.a.)

Ebû’d-Derdâ (r.a.)

Ebû Dücâne (r.a.)

Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.)_ Ebû Fukeyhe (r.a.)

Ebû Humeyd es-Sâidî (r.a.)

Ebû Huzeyfe (r.a.)

Ebû Hüreyre (r.a.)

Ebû Katâde (r.a.)

Ebû Kays (r.a.)

Ebû Kuhâfe (r.a.)

Ebû Lübâbe (r.a.)

Ebû Mes’ud el-Bedrî (r.a.)

Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.)

Ebû Râfı (r.a.)

Ebû Ruhm el-Gıfârî (r.a.)

Ebû Said el-Hudri (r.a.)

Ebû Seleme (r.a.)

Ebû Süfyân bin Harb (r.a.) 323

Ebû Talha (r.a.) 329

Ebû Umâme el-Bahilî (r.a.) 332

Ebul-Yeser (r.a.) 334

Ebû Zer el-Gıfârî (r.a.) 336

Enes bin Mâlik (r.a.) 343

Enes bin Nadr (r.a.) 346

Erkam bin Ebi’l-Erkam (r.a.) 348

Es’ad bin Zürâre (r.a.) 350

Esma bin Hârise (r.a.) 352

Feyruz bin Deylemî (r.a.) 354

Habbâb bin Eret (r.a.) 356

Habib bin Zeyd (r.a.) 359

Haccac bin İlât (r.a.) 361

Hâlid bin Sâid (r.a.) 362

Hâlid bin Velid (r.a.) 364

Hamza bin Abdülmuttâlib (r.a.) 370

Haram bin Milhan (r.a.) 376

Hâris bin Hişâm (r.a.) 378

Hârise bin Nûman (r.a.) 381

Hassan bin Sâbit (r.a.) 383

Hatib bin Ebî Beltea (r.a.) 386

Hişâm bin ve Acirc;s (r.a.) 390

Hubeyb bin Adiyy (r.a.) 391

Hubeyb bin Yesaf (r.a.) 395

Huzeyfe bin Yeman (r.a.) 397

Huzeyme bin Sâbit (r.a.) 401

Hüreym bin Fâtik (r.a.) 403

İkrime bin Ebî Cehil (r.a.) 405

İmrân bin Husayn (r.a.) 408

İrbad bin Sâriye (r.a.) 411

Kâ’b bin Mâlik (r.a.) 413

Kâ’b bin Ucre (r.a.) 417

Kâ’b bin Züheyr (r.a.) 418

Katâde bin Nûman (r.a.) 420

Mâlik bin Sinan (r.a.) 422

Mey sere bin Mesrûk (r.a.) 424

Mikdad bin Esved (r.a.) 426

Muammer bin Abdullah (r.a.) 430

Muâz bin Cebel (r.a.) 431

Mugîre bin Şû’be (r.a.) 436

Mus’ab bin Umeyr (r.a.) 440

Nûman bin Mukarrin (r.a.) 443

Osman bin Maz’un (r.a.) 445

Osman bin Talha (r.a.) 448

Rabi’ bin ve Acirc;mir (r.a.) 449

Sa'd bin Muâz (r.a.) 451

Sa’d bin Rabî (r.a.) 455

Sa’d bin Ubâde (r.a.) 458

Sâbit bin Dahdaha (r.a.) 460

Sâbit bin Kay s (r.a,) 461

Sâid bin ve Acirc;mir (r.a.) 463

Sâlim (r.a.) 466

Sefine (r.a.) 469

Sehl bin Sa’d (r.a.) 471

Seleme bin Ekvâ (r.a.) 473

Seleme bin Hişâm (r.a.) 476

Selmân-ı Fârisî (r.a.) 479

Sevbân (r.a.) 490

Suheyb bin Sinan (r.a.) 493

Süheyl bin Amr (r.a.) 497

Sümâme bin Üsal (r.a.) 500

Şeddad bin Evs (r.a.) 503

Şeybe bin Osman (r.a.) 506

Şucâ bin Vehb (r.a.) 509

Temîmü’d-Dârî (r.a.) 510

Tufeyl bin Amr (r.a.) 512

Tuleyb bin Umeyr (r.a.) 515

Ubâde bin Sâmit (r.a.) 518

Ubeyde bin Hâris (r.a.) 521

Ubey bin Ka’b (r.a.) 522

Ukbe bin ve Acirc;mir (r.a.) 525

Ulbe bin Zeyd (r.a.) 529

Umeyr bin Humam (r.a.) 531

Umeyr bin Ebî Vakkas (r.a.) 533

Urve bin Mes’ud (r.a.) 534

Utbe bin Gazvan (r.a.) 536

Üsâme bin Zeyd (r.a.) _539

Üseyd bin Hudayr (r.a.) 542

Vahşî bin Harb (r.a.) 547

Vâsile bin Eskâ (r.a.) 549

Vehb bin Kabus (r.a.) 551

Velid bin Velid (r.a.) 553

Zeyd bin Desinne (r.a.) 555

Zeyd bin Erkam (r.a.) 557

Zeyd bin Hârise (r.a.) 560

Zeyd bin Hattab (r.a.) 562

Zeyd bin Sâbit (r.a.) 564

27) bölüm: Ehl-i Beyt 571

Haşan (r.a.) 575

Hüseyin (r.a.) 580

Fâtıma (r.anha) 589

Zeyneb (r.anha) 595

Rukiyye (r.anha) 598

Ümmü Gülsüm (r.anha) 600

28) bölüm: Ezvâc-ı Tâhirât 601

Hatice bint-i Hüveylid (r.anha) 603

Şevde bint-i Zem’a (r.anha) 608

ve Acirc;işe bint-i Ebî Bekir (r.anha) 610

Hafsa bint-i Ömer (r.anha) 618

Zeyneb bint-i Huzeyme (r.anha) 620

Ümmü Seleme (r.anha) 621

Zeyneb bint-i Cahş (r.anha) 625

Cüveyriye bint-i Hâris (r.anha) 630

Ümmü Habibe (r.anha) 633

Safıyye bint-i Huyey (r.anha) 636

Meymûne bint-i Hâris (r.anha) 638

29) bölüm: Hanım Sahabiler 639

Esmâ bint-i Ebî Bekir (r.anha) 641

Esmâ bint-i Ümeys (r.anha) 647

Esmâ bint-i Yezîd (r.anha) 650

Fâtıma bint-i Esed (r.anha) 653

Fâtıma bint-i Hattab (r.anha) 656

Halime (r.anha) 658

Hamne bint-i Cahş (r.anha) 661

Hind b

cultureSettings.RegionId: 0 cultureSettings.LanguageCode: FR