“İstanbul”, renkleri, sesleri, sosyal hayatı ve her tür güzellik ve yaşama inceliğiyle örülmüş, dünyanın başşehriydi bir zamanlar, diğer bütün şehirlerin lideriydi...
n
Kıskandıran, şanlı bir tarihi vardı. Yenilmezdi; bütün üstünlük yarışlarında, yanına yaklaşılamaz bir şehirdi...
n
Çok güçlüydü; doğal konumunun güzelliği ve zengin tarihiyle, sadece dünyanın değil, adeta “evrenin gözbebeği” idi…
n
Kim derdi ki bir devir gelecek ve karşısına korkunç bir rakip çıkıp onu perişan edecek; şanını, güzelliğini, inanılmaz çekiciliğini mahvedecek, onu yorgun bir savaşçıya dönüştürecek, “çirkin bir kraliçeye” benzetip boynu bükük, üzgün ve süzgün bir hale sokacak diye…
n
Nereden bilecekti ki o güçlü canavarların “biçimsiz beton yığınları” olacağını...
n
Haldun Hürel, bir “kraliçe” kadar “alımlı” bir şehrin ruhunun nasıl çirkinleştirildiğini, yaşanması zor, zahmetli ve yorucu bir hale dönüştürüldüğünü, bir sanatçı duyarlılığı ve yüksek kent bilgisiyle birleştirerek anlatıyor…
n
Gönüllerde süren bu saltanatın, bu güzelliğin dökülüşüne dikkat çekerken herkesi başını elleri arasına alıp düşünmeye çağırıyor.
n
n
(Tanıtım Bülteninden)
n