Modern yaşamın yarattığı maddi ve manevi yıkımdan kendine bir kurtuluş yolu arayan insanlara, tasavvuf, çekici ve aydınlık bir kapı olarak gözükmektedir. Kendilerine bir dergâh, bir mürşid arayanlar sadece İslam âleminde değil, tüm dünyada artmakta, bir yere kapılananların çoğu da aslında bilmeden kıyafetlere, merasimlere, yalan yanlış bir iki söze aldanmakta, başta Hz. Mevlânâ olmak üzere maalesef evliyanın halini, sözlerini, tasavvufun manasını, maksadını araştırmadan bu yola koyulmaktalar.
Gelenek açısından bakıldığında devamlılık, güzel sanatlarda olduğu gibi, bir mürşidden irfan, edep, erkân, meşrep naklini alabilmek için onunla beraber yaşamayı gerektirir.
Dergâhların kapalı olması, geleneğin devamı için gerekli olan bu ortamı ortadan kaldırmıştır. Yani 1925 yılında dergâhta bütün eğitim sürecini, yani seyr u sülûkunu tamamlayıp 'dede' unvanını almış olanlar, Cumhuriyet kanunlarının hâlâ en katı şekilde uygulandığı 1970'li yıllarda ahirete göçmeye başlamışlardı.
Neyzen Kudsi Erguner bu kopuşa rağmen, son dedeleri yaşarken görmüş, hallerine komşu olmuş biri olarak sözü devralıyor. Elest Bezmi'nde tanışan iki dost, Hz. Mevlânâ ve Şems üzerinden uzantılarını devşiren söyleşi; neyin nefesiyle, tasavvuf musikisi, sır, velilerin halleri, ilk Mevlânâ anma programları gibi duraklardan akıcı ve bir o kadar da manevi neşeyle geçiyor.
"Bu söyleşide ağzımdan çıkan sözler, gönül kırmak maksadıyla değil, gönül yapmak için söylenmiştir. Sürçülisan ettiysem affımı niyaz ederim.
Allah, ölüden diri, diriden ölü çıkarttığı gibi evliyadan eşkıya, eşkıyadan da evliya çıkartabilir. Bu nedenle yapılan tenkit ve şikayet, birbirimizin şu andaki halinin gıybeti değil, arzu edilen kemâlimizin gecikmesinden kaynaklanmaktadır."
(Tanıtım Bülteninden)
İnce Kapak: Sayfa Sayısı: 240
Baskı Yılı: 2016
e-Kitap: Sayfa Sayısı: 132
Baskı Yılı: 2016
Dili: Türkçe
Yayınevi: Sufi Kitap