Ah bu zaman! Zaman nasıl değişken bir kavram. Zaman uzun, zaman kısa! Geçmiş ve geleceği anlatsa. Yaratılana olan aşkımız, aslına kavuşmak vuslatsa. Yıllar ay, aylar gün, günler saatler kadar kısalmasa. Ya da ölümle yaşam arasında gidip geldiğimiz anlar bir ömür kadar uzayıp artmasa. Mutluluk zamanın uzamasını, kötü günler kısalmasını aratmasa. Ya da saniyelerin ölmekle yaşamak arasında gidip gelen ve bitmeyen uzun zamanlar...Ben bazı insanları yazdım. Unutulmamaları dileğim. Hangi meslekten diye sormayın. Şehitlere de mesleğini sormuyorlar zaten. En geçerli meslek insan olmakmış. Öyle yazmıştı, Azrail kapıya gelmediği bir an, depremin hesapta olmadığı bir zaman, Ahmet Doğan İlbey, “Dil kapısında insanı, dil terazisinde tartarlar, Bezm-i Eles’teki kelimelerle tanış olup olmadığına bakarlar. Tanışsan Hz. İnsan yazarlar,” diye. Yazardık, şairdik, ozandık. Âşıktık sonunda. Kimimiz Allah’a, kimiz O’nun yarattıklarına meftun olduk. Ro-manlar yazdık. Şiir olduk siyah saçlı bir dilberin gözlerinde. Sazın telleri, güzellikleri güzellemelerle anlattı. Sonuçta Yaratandan dolayı güzellikleri aradık yaratılanda.1114, 1513, 1795 ve seneler. Her defasında yerle bir olmuş; “Kozan, Samsat, Adıyaman/ Urfa Antakya Harran/ Halep Azez Elbistan/ neden hiç bahsedilmemiş/ kırk bin kişinin öldüğü/ Maraş koca bir destan/ Her yer kendince roman.”
(Tanıtım Bülteninden)
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.