Nasıl?..
Anlatmanın birçok yolu, şekli, dozajı vardır. Biz anlatmayı en karışık
hâliyle şiir diliyle seçmişiz. Ya da kaderimiz öyle seçmiş, biz de
bilmediğimiz ilahi bir mecburiyetin izinden gidiyoruz.
Ne zaman?..
Aklımızda ilk kelimeler yuva yapmaya başladığında, belki de ilk
“anne” sözcüğü çıktığında içimizden şiir bize musallat oldu. Sonrası
bir tren misali... Şarkılar, öyküler, makale ve şiirler... Tünelin
sonundaki ışığı kovalıyoruz sürekli. Biz yaklaşıyoruz, ışık uzaklaşıyor...
Kim?..
Bir arkadaş... Anne?.. Baba?.. Sevgili?.. Bir dilenci, bir yabancı,
ağaçlar, kuşlar, okyanus, ay, güneş... Tanımadığımız her ne varsa
şiir o değil midir? Aslında her gün, her an gördüğümüz yüzlere,
başka bir zamanda dokunmaya başladığımız yerde, şiir hep karşımıza
çıkar.
Nereye?..
Yetinmek, şairi bitiren tek duygudur. “Bu kadar olurdu” dediğinde
şair; bitmiştir hedefi. Gideceği yer kalmamış, yazacağı deniz
bitmiş, artık uykusu gelmiştir. Şairin gittiği her yön bir uykusuzluğa
çıkar.
Neden?..
Dünyanın en yüksek dağının en ücra tepesinin en soğuk köşesinde,
ıssız bir kardelenin yaprağını incitse rüzgâr, o acıyı hissedendir
şair; bu yüzden şiir...
(Tanıtım Bülteninden)