Durdum, tüm iskemlelere bakmıştım. Hepsinin yüzünü seyretmiştim dakikalarca. Hepsi: Fırat, Alper, Timur, Memo, Kadir, Seda, Mustafa ağabey, hatta annem bile. Evet, annem bile. Hepsi insanca yaşamaktaydı. Hepsi kalabalığa katılmışlardı. Masadaki tabaklar azalıp boşalıyordu. Güneş artık tamamen batmıştı. Sivrisinekler çıplak kollarımıza konup içiyordu kanımızı. Hafif bir rüzgâr esiyordu güneybatıdan. Eskihisar seneler önce olduğu gibi yaşam doluydu. Yaşayanları ve ölüleri aynı anda ağırlıyordu bu beyaz masa bu akşam. İçimde büyüyen yalnızlık herkesi seyretti sırayla. Bu kaynayan sohbete karışamıyordum. Anlatacak bir şeyim yoktu. Geçmişten başka hiçbir şey yoktu heybelerimde. Durdum, baktım. Kalabalığın içinde yalnızdım. Sesler girip çıkıyordu kulaklarıma. Uyanıkken düşlerime giriyorlardı. İçli, ağlamaklı bir çocuk oluveriyordum. Ben ne zaman bu hale gelmiştim? Ne zaman kayıp gitmiştim bir yıldız gibi sohbet meclislerinden? Evren tarafından, dünya tarafından, sevdiklerim tarafından tam olarak ne zaman yitirilmiştim?
(Tanıtım Bülteninden)
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.