Eylül’ün döktüğü sarı yapraklar gibiyim, idam hükmü veren Yargıcın kırdığı kalem gibi. Kırılmış bir kalbin ilhamıyla misk kâsesinden sızmış kokunu duyuyorum. El Hamra sokaklarında, Gırnata’nın yüce kapıları aralanıyor ve gıcırtılarla kapanıyor. Sonra Saba Melike’si Belkıs’ın eteklerini suya değecek zannıyla çekiştirip yürümesini görüyorum. Saçlarında yıldızlardan taçları, kalbindeki hüznü, Yusuf’un kuyudaki korkusu gibi, Adem (AS) titrek bekleyişini, ısfahanın nısf-ı cihan sözünden ruhunun tatlı telaşını hissediyorum. Bizim de telaşımız, sancımız var. Bizim de elimizde kalemlerimiz, yazıyoruz aşkın sevda tepelerini. Bizde okuduk Kerbela’yı, Uhud’u, Bedir’i, Malazgirt’i, Endülüs’ü. Okuruz da, amentümüz var. Bağdat'ta, Basra’da akan kanı ve o kanla yoğrulmuş çölleri. Kalemlerimiz yazar gider de, biz kalırız ey sevgili. Hâlbuki sen, Akşemseddin’in İstanbul’un fethini fatihin gözlerinde gören. Sultan Murat’ın Fatih’e serzenişini, peder ne der, kader ne eder sözüyle bilen, Fetihten sonra Fatihin muzaffer bir komutan edasıyla İstanbul’a girdiği gibi, mağrur bir edayla girdin kalbime.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.