“Bir şehri yüz defa söyletme bana!” diye biten bu kitap, 6-7 Eylül olaylarının ardından İzmir’i terk eden, yazarın annesinin çocukluk arkadaşı Marika’dan özür dileme ve onu bırakmak zorunda kaldığı şehre geri dönmeye ikna etme girişimidir. Oldukça tuhaf, yampiri bir girişimdir bu.
Zorlu’nun öyküleri eşliğinde şehrin yoksul ve varsıl mahallelerini, ince uzun suretlerini, kısa uzun dualarını, edepli edepsiz dillerini gezen Marika görür ki, şehir tam da bıraktığı yerdedir, geçmişteki gibi, hâlâ kendi kendini yemektedir.
Yazarın deyişiyle, “şehir bir ruh olmuştur; uçsun mu sürünsün mü, gülsün mü ağlasın mı, dehşet mi saçsın mutluluk mu bilememektedir”. Çünkü o şehirde günler “Üzerinden yıllar geçmiş bir ölünün, çürümüşlüğüne bakılmadan, topraklaşmış bedenine geri gönderilmesine benzerdi. Arafta yıllarca bekletilen ruhu, ne cehennem ne de cennetçe kabul edilmişti. Sırtındaki yırtıcı pençelerin derin izlerini göstererek, yalvarırcasına, ‘Bir kaplana rastladım ben!’ demesi de kâr etmemişti. Gerisin geri geldiği şehre, kendi bedenini canhıraş anımsamaya gönderilmişti.”
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.