Şairler vardı...
Şiiri gönülde duyup fikirde hummaya dönüştürerek tam altı asır yaşamışlardı. Onlar, yürekleri ürpertmekten ziyade, zihni sarhoş etmek için mısralar yazarlardı. Aynı dilber için sevdaya tutulup sonsuz acılar çekerlerken, ayni medeniyetin genel kabulleri içerisinde bilimin, sanatın, felsefenin, edebiyatın tarihini oluştururlardı. Asırlar geçse de hiç değişmeyen acılarının terennümüyle akılları ürperten bu silsile, ayni kaderi yaşamak üzere halk edilmiş gönül erleri gibiydiler. Ancak asla özgür olamadılar ve önlerine konulan iki kara kaplı kitaptan biri, sevgililerin cevr ü cefa nizamnameleriyle; diğeri de kudemanın şiir üzerine verdiği fetvalar, kanunnameler ile doluydu. Yani gerek aşkın yolu yordamı, gerekse şiirin şekil ve muhtevası kesin sınırlar ile belirlenmişti. Daha önceki kaderdaşları olan üstatlarının kullandığı sınırlı malzeme üzerinde yeni binalar yapmaları; ayni kulvarda koşarak önceki rekorları egale etmeleri gerekiyordu. Ne yarışmanın şartlan, ne de bina edecekleri sanat eserinin şeklini değiştirmeye yetkileri vardı. Eli kolu bağlanmış koşucular; yahut mimarlar gibiydiler. Buna rağmen, öyle mükemmel koşular çıkardılar ve öyle güzel abideler yaptılar ki âleme parmak ısırttılar.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.