Ölüm, sözün bittiği yer de olsa, üzerine çok söz sarf edilmiş; dinlerin, bilimin ve felsefenin temel sorunsalını oluşturmuş bir meseledir. Her insanın mutlaka tadacağı, ancak kimseyle paylaşamayacağı bu tecrübe, sırdaşı sırdaştan, ebeveyni evlattan ve maşuku âşıktan ayırır. Ölümün sebep olduğu ayrılık pek çok din ve inanışta bir son olarak nitelenmez. Bilâkis o, kutsal kitaplarda müjdelendiği üzere gözlerin ebedî hayata açılmasıdır. Geçici dünya hayatından, baki hayata intikaldir. İslâm dininde Kuran ve hadislerin referansı ile biçimlenen ölüm ve sonrası hakkındaki inanış; insanın mezarda Mahşer'i beklerken sorgulanacağı, Kıyamet gününde işlenen tüm amellerin muhasebe edileceği ve her insanın dünya hayatında yaptıkları ile yargılanacağı düşüncesine dayanır. Dünyanın, ahretin tarlası olduğunu düşünen müminler, hayatlarını ebedî saadete ulaşmak için bir sermaye olarak görürler. Cemâlî mahlaslı bir Müslüman-Türk şairin XIII-XV. yüzyıllarda -muhtemelen defin törenlerinde okunması için- ürettiği ve asırdan asıra hem yazılı hem de sözlü hafızada taşıyarak günümüze miras bıraktığı Kabir Destanı, Anadolu'da ölümün nasıl algılandığı ve nasıl karşılandığına dair önemli ipuçları veren tarihî bir vesika olarak dikkati çekmektedir. Hazırlanan çalışmada zaman, mekân ve sözlü kültürün birbirinden uzaklaştırdığı beş nüshadan hareketle metin kurulmuş ve bir nüshanın tıpkıbasımına yer verilmiştir. "İslâm dininde ölüm" bahsini estetik bir malzeme hâline getiren ecdadın evlâdına yadigâr bıraktığı bu manzum vasiyet, ihtiva ettiği nasihatlerin daha iyi anlaşılabilmesi için günümüz Türkçesine aktarılmıştır. Eser bu hâliyle, İslâm'da ölüm ve ötesini merak eden okura, merakını manzum ve tarihî bir metinle giderme imkânı sağlamaktadır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.