Aristoteles’in aklın mahiyeti ve nefsle ilişkisine dair muğlaklıklar barındıran tanımı, Aristoteles yorumcuları arasında aklın mahiyetine ilişkin farklı yorumların ve ciddi tartışmaların oluşmasına zemin hazırlamıştır. İslam dünyasının son büyük Aristoteles şârihi ve Latin dünyanın meşhur “commentator”ü İbn Rüşd de De Anima’ya yazdığı şerhlerde, özellikle de eş-Şerhu’l-kebîr’de problemi felsefî ve teolojik yansımaları bağlamında ele almıştır. Faal aklın ayrık, değişmez ve etkilenmez niteliklerinin heyûlânî akılda da bulunduğunu ileri süren İbn Rüşd, heyûlânî aklın semavî akıllar arasında yer alan dördüncü bir varlık türünü temsil ettiğini, herkeste bulunan tek bir akıldan ibaret olduğunu iddia ederek büyük bir tartışmanın da başlamasına yol açmıştır. İbn Rüşd’ün en büyük okuyucu ve eleştirmenlerinin başında gelen Thomas Aquinas, Aristoteles’in aklın mahiyeti ve fiillerine ilişkin tanımını, daha ziyade aklın ontolojik gerçekliği olup olmadığı sorunu bağlamında ele alarak İbn Rüşd’ün heyûlânî aklın ayrık, ortak ve tek bir akıl olduğu tezini; bireysel nefsin ölümsüzlüğüne, kişisel kimliğin devamına ve bireysel akletmeye imkân tanımaması gibi felsefî ve teolojik gerekçelerle eleştirmiştir. Bu çalışma, İbn Rüşd’ün akılların birliği ve müşterekliği tezini Aquinas’ın Akılların Birliği Meselesinde İbn Rüşdcülere Reddiye adlı eserindeki eleştirileri bağlamında değerlendirerek İslam felsefesi ile Latin Ortaçağ felsefesi arasındaki sıkı ilişkiyi gözler önüne sermektedir.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.