”İşte o gelincik kırmızısıyla bezeli dağlar benim dağlarım! O renk benim rengim! Ben o kırmızı rengin kendisiyim! O renk annem, babam, ablam, memleketim, dilim, şarkılarım ve her şeyim... Gözlerimden ve yüreğimden söküp alınamayan her şeyim... Şimdi hatunlar nasıl yaparsınız bilmem ama bu kumaşları ve bu kırmızıyı istiyorum. Şehzademin kırkıncı gün şenliklerinde sadece benim odam değil bütün saray, hatta bütün Edirne bu renkle süslensin! Yedi iklim dört bucaktan gelenler bu kırmızıya meftun olsunlar! Cümle tüccarlar bu rengin peşine düşüp akın akın Edirne'ye gelsinler. Ola ki bir gün...”
”Nedense bu şehrin insanlara farklı bir güç kattığını düşünmeye başlamıştı. Burada doğup büyüyen Fatih Sultan Mehmet, henüz yirmi iki yaşında Konstantinopolis gibi kalın surlarla çevrili bir şehri fethedip koskoca Doğu Roma İmparatorluğu'na son vermişti. Binlerce yıldır şehrin aşılamayan kalelerini, Edirne'nin Tophane Bayırı'nda döktürdüğü devasa büyüklükteki toplarla delik deşik etmişti. İstanbul'daki dünya harikası Ayasofya'dan daha muhteşem bir mabet olan Selimiye Camisi'ni, Mimar Sinan doksan yaşından sonra Edirne’de yapmıştı. Bu şehir Osmanlı'nın mucize yaratan insanlarının şehri gibiydi. Buranın toprağı mucizelere gebeydi. İşte son mucize de bu Edirne kırmızısıydı.”
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.