Sen böyle yaparsan, yani sadece bakmakla yetinirsen, gerçeğe itilemem ben, bilmelisin. Senin uçsuz bucaksız derinliğinde bir kalp, bir zaman, bir hayat, bir aşk ve bir sevgi var, bir derin ben varım derinliğinde. Bazan benliğimi zorluyorum. Sadece yüzün var bende. Başka bir şey yok. Yani bedenin yok. Öyle kutsal bir şeysin ki ben de, ruhumsun bilirsin, hiç çıplak tasavvur etmedim seni. Ama seviyorum hayal halini. Bakışını mesela. Ama daha çok bakışlarının ardındaki anlamı. Ötesini.... İçinde sakladığını, anlatmak istediğini ve anlatamadığını. Yüzünün derinliğini, ağırlığını. Gözlerin ve yüzününün mucizesini seviyorum. Görünmez varlıklarla savaşır gibi hem de. Yüzünün ardında öyle bir parıltı var ki bazan kamaşıyor gözlerim, büsbütün yolumu şaşırıyorum.
Korkuyordum. Tutulmaz ve renksizdi korku. Bazan uçlarını bize batırmak için köşegenleşen bir korku. Dilsizliğin başlangıcı da budur. Korkuya komşu hayallerim var. Hayaller her zaman kusursuzdur. Düşünce sanatının muazzam eserleri. Ormanın dışındaki hayatı keskin bir ayaz gibi sırtına bindirip burnumuzun dibine kadar getiren rüzgar, onu bedenlerimizin çatlaklıklarından içlerimize kadar sızdırıp sarsıyordu. Ama hayallerim var. Benimki birbaşınalık yorgunluğu. Hayal dolu yorgunluk. Notasına zülmeden bir şarkıdan kopmuş gibiyim. Sessizliğimin cesareti de çatlıyor bu yolculukta. Mavisi yalan gökyüzüne benzeyen düşlerim var sadece. Yolculuk ve görünmez baskısı yoruyordu içimde büyütmediğim öteki beni. Çocuğum ben daha. Zemheri erkenden hüznümün soğuklarıyla buluşmuş yoksa ne işim vardı buralarda? Ömrümün garip bir feryadı var, elimde ise görünmez bir cesaret. Isırılmış çığlıklarım bu yolculuğun sisi, korkusu ve karanlığıyla savaştıkça masumiyetim ölüyordu. Hissediyordum. Hayal ve çaresizlik nasıl da beynimin dilini uzatıyor. Kendimden korkuyordum. İnsanın kendisini alıp kaçmasına benziyor bu. Aldım kaçtım işte. İşte yola düşmüştüm bile. Alkışlanmış günahlarım vardı. His manşetlerinde rutin bir haberim, dedim ona, sen bilirsin, dedim. Aritmetiğin öfkesinde bir labirente benziyordu suskunluğu, küfreden şiirler gibi. Çaresizim işte. Hüznün merhameti olduğunu bana şiirler öğretmişti. Şimdi aynı hüznün bir tuzak olduğundan söz ediyor bu yolculuk. O an bağırdım, "Cesaretini bana bırak ve git."
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.