Nalbant Nuri ile oğlu Mehmet, toy bir atı nallamaya çabalıyorlardı. At, hiç de hoşnut görünmüyordu. Kuyruğunu savurtuyor, gözlerini kırpıştırıyor, dudaklarını oynatarak homurdanıyor, arada bir öfkeyle kişniyordu. Derisi de yer yer seğirmeye başlayınca, Nalbant Nuri, ayağını koyverdi. Yelesini sıvazlayarak sevecenlikle çıkıştı:
Bak hele güzel kızım! Kocaman at oldun gayri, taylığı toyluğu bir yana koy. Naldan ürkecek ne var?
İyiliğin için yapıyoruz bunu. Hadi, vazgeç huysuzluktan! Çifte mifte sallamaya kalkışma ha! Kocadım gayrı direnemem. Allah saklasın, taaa şuralara dürelenir giderim de çarşılıya şenlik çıkar. Belki bir yanım da kırılır. Nuri emmine böyle işler etmek sana yakışır mı? Doğrusu ya, anan da böyleydi gençliğinde. Ama, o tez uslanmıştı. Sen de aklını başına topla! diyerek, atın boynuna kolunu doladı. Döşünü kaşıdı yumuşak yumuşak... At, gide gide gevşedi. Gövdesindeki seğirmeler azaldı. Kuyruk savurtuşu tavsadı...
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.