“Ben artık fazlasını dinleyemedim. Merdivenden inmeyi bile düşünmeden, damdan atlayıp, şose yola düştüm, koştum koştum. Dizlerim beni taşıyamayacak hale gelince, kendimi bir toprak yığıntısının üzerine attım. Önce iç çekerek, hafif hafif, sonra haykıra haykıra ağladım. Tepemdeki Dolunay, etrafı gündüz gibi aydınlatıyordu. İçinde bulunduğum ruh hali tam ağıtlık, tam bir yastı. Dağlara, vadilere doğru seslendim; sen sadece kendini alıp götürmedin. Bizim umutlarımızı, hayallerimizi de götürdün. Ekmeğimizi, aşımızı da götürdün. Bizi saran kolları, saçımızı okşayan elleri, sevincimizi, sevgimizi de alıp götürdün. Dedemin, ninemin gelinini, kızını da götürdün. Babamızın mezarını, ona ait anıları da götürdün. Sen bizim annemizi de alıp, götürdün.Bir daha, ‘anne’ demeyeceğim. Hayatım boyunca, o kelimeyi ‘senin’ için kullanmayacağım. Andım olsun, yeminim olsun, diye haykırdım.”
Yazarımız Bilek Güreşçisi adlı hikâye kitabından sonra, uzun bir hikâye veya hikâye roman diyebileceğimiz bu kitabıyla yazım hayatını sürdürüyor. Bu kitabını da elinizden bırakmadan, severek okuyacaksınız.
(Tanıtım Bülteninden)
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.