Eşir, aşiret, kabile ya da oymak...
Kural değişmez. İnsanlar liderin etrafında kümelenir, kan bağıyla birbirine örülür, bir bütün olarak doğanın ve sosyal yaşamın zorluklarına göğüs gerer.
Her aşiret kendi değer yargısını kendi eliyle yorurur, kendi kimliğini kendisi yaratır. Kendisinin efendisidir. Gölgede kalmak istemez. Aşiretin özgürlük tutkusu ve bağımsız kimliğini devam ettirme isteği aynı zamanda onun varoluş nedenidir. Bu özleminden taviz veremez, elinden alınmasına göz yumamaz. Ölümüne direnir, gerekirse ölür.
Aşiret; canlı ve hareketli sosyal bir bütünlüktür. Başından geçen önemli olaylar kuşaktan kuşağa sözel olarak aktarılır, destanlaşır; aşiret kimliğine güç ve anlam yükler.
20. yy boyunca Iğdır bölgesindeki Kürt aşiretleri de bu genel kuraldan kaçamadı. Pastoral yaşamları; acı, tatlı, sosyal ve siyasal altüst oluşlarla sarsıldı; yok oluşla var oluşu birlikte yaşadılar.
Gurci, kat kat derye'si içinde, bizleri zaman tünelinin bir ucuna, aşiret değerlerinin tüm görkemiyle hüküm sürdüğü bir döneme davet ediyor. Korkunç bir hafıza gücünün ona verdiği ayrıntılar arasında, bizlerin bir zamanlar nerede olduğumuzu hatırlatan derin izleri görebiliyorsunuz.
Yaşı doksana dayanmıştı ama gözleri hala ışıl ışıldı. Ararat İsyanlarına, aşiretler arası çatışmalara ve yüzlerce farklı olaya tanıklık etmişti. En çok da güzel ve yiğit insanların aramızdan yitip gitmesine üzülüyordu:
"Bir güzelliği ancak başka bir güzellik yok edebilir. Geçmişimi hiç unutmadım, hep onunla yaşadım çünkü onu unutturacak bir güzellik henüz ortaya çıkmadı."
(Tanıtım Bülteninden)