Dört yıl sonra Uygurlu yazar Kurbancan Samat’ın ikinci kitabını yayınlamaya karar verdik. Yazarın birinci kitabı, Ben Şincan’dan Geldim Türkiye okurundan büyük ilgi gördü ve neredeyse ikinci baskısı tükenmek üzere. Onun yazdığı kitaplar ve filmleri Çin’de büyük yankı uyandırmış, televizyon ve radyo programlarında en çok izlenen saatlerde yayınlanmış ve birçok ödüle layık görülmüştür. Yazarın kitapları İngilizce ve Arapça dahil birçok dile çevrilmiştir. Kurbancan kitaplarında Çin’de yaşayan Uygurlar arasından seçtiği tipik figürlerin yaşam hikayeleri aracılığı ile bize özerk bir politik statüye sahip olan Uygur azınlık milliyetinden bireylerin yaşadığı sorunları dile getiriyor. Kurbancan Samat Çin halkı arasında son 10 yıl içinde Uygurlara karşı gelişen ötekileştirmeyi ve kuşkucu önyargıları dağıtmayı kendine görev edinmiş kararlı bir eylemci haline gelmiştir. Örneğin, Uygurlar, kendi anadillerinde eğitim gördükleri gibi, bölgedeki üniversiteler de Uygurca eğitim yapıyorlar. Çin ekonomisi ve toplumsal yaşamı hızla modernleşiyor. Gelişmede daha avantajlı bölgeler çok daha hızlı bir biçimde gelişerek, daha önce dışa kapalı bir bölge olan Şincan-Uygur bölgesini güçlü bir şekilde dışa açılmaya zorluyor. Çok sayıda daha yüksek bir gelir ve yaşam düzeyi elde etmek için, Çin’in diğer bölgelerine akın ediyor. Uygurlu iş insanları, sanat ve kültür insanları daha büyük iş fırsatları için Çin’in diğer bölgeleri ile daha yoğun ilişkiye geçiyorlar. Toplumsal modernleşme Uygurlu bireylerin meslek tercihlerini çeşitlendiriyor, geleneksel meslekler değersizleşiyor, on binlerce genç bu meslekleri edinmek için Doğu Çin’in tanınmış üniversitelerine hücum ediyor. Uygurlu öğrencilere üniversite girişlerinde pozitif ayrımcılık uygulanıyor. Tüm bu gelişmeler, öncelikle %94 oranında konuşulan Çin dilini öğrenmeyi ve asimile olmadan çoğunluk kültürü ile uzlaşmayı gerekli kılıyor. Bunun zorluklarını herkes bilemez.
Kurbancan’ın Birey-İnsan Merkezli Yaklaşımı
Marx en fazla okunan eserinde, geleceğin ideal toplumunu insanın özgür ve yeteneklerinin çok yönlü gelişimini sağlayacak toplum olarak tanımlamıştı. Marx’a göre toplumun özgürlüğünün koşulu tek tek insanların özgürlüğü olmalıydı. (K. Manifesto). Kurbancan’a göre, Uygur insanı günümüz dünyasının moda görüşü olan “kimlik politikası”nın çeşitli tuzaklarına karşı uyanık olmalıdır. İnsanın kolektif milli, dini inanç, kültürel ve yerel kimliklerini sahiplenmesi, onun özgür ve çok yönlü gelişimine ayak bağı haline gelmemelidir. Görüldüğü gibi bu yaklaşım, asimilasyonu reddeden bir görüştür. Onun eserlerinde yer alan insanlar bu açmazı çözmede ve uygun dengeyi sağlamada başarılı olan Uygurlardır. Bunlar arasında her türlü meslekten insanlar ve sanat insanları bulunuyor. Kurbancan onların kimliklerini ön plana çıkarmıyor, aksine onların bireysel yaşam serüvenlerine odaklanıyor. Bugünkü dünya kamusal bir dünyadır, bu kamusal dünya tüm bireylerin ortaklaşa sahip oldukları bir dünyadır (Hanna Arendt).
Şincan-Uygur Bölgesinde Milli ve İslam Kimliğinin Canlanması
Şincan-Uygur bölgesinde milli ve İslam kimliğinin canlanması, Çin’in son 30 yıldır uyguladığı sosyalizm inşa modelinin önemli sonuçlarından biridir, bu modelde bireysel özgürlükler, bireysel ve toplumsal inisiyatif sürekli bir biçimde genişletilmektedir. Üstyapının toplumsal bilinç ve düşünceler alanı, din ve kültür alanı hatta politik düşünceler alanı çoğulcu bir yapıya kavuşturulmuştur. Örneğin tüm Çin genelinde dini inanca sahip olanların ve ibadet edenlerin sayısı büyük artışlar göstermiştir. Benzer bir şekilde Uygurlar arasında da dindarların sayısı büyük artış göstermiştir. Farklı milliyetler arasında evlilikler azalmıştır. Tabii ki burada bardağın boş kısmını vurguluyoruz.
Bölgede kimlik temelli çelişmeler keskinleşmiştir. Bu çelişmeler çeşitli aşırı akımlar için verimli bir toprak yaratmaktadır. Bu aşırıcı akımlar Çin’in başarılı gelişmesinden ve dünyada prestijinin artmasından tedirgin olan Bat