Yaşadığı çevrede tek başına İslam’ın kalbine yaklaşmakta olan kahramanımın gündelik hayatında gezdirmeyi istedim okuru. Yorganın altında, rüyalarda, iddialı bir kuaför salonunda, kalabalık teras partisinde, ıssız ağaç kovuğunda giderek başka birinin sesi yankılamaktadır.
Ölmek üzere olan bir babaannenin sonsuzluğa bakan yüzünde zaman ve mekandan bağımsız bir zaman aralamaya çalıştım okur için. Ayın hilalden dolunaya ve tekrar hilale dönüşünü günbegün izleyerek açık uçlu bir yolculuğa çıktım okurla birlikte. Ama hiç aynı çizginin üzerine değmeden, içeriye doğru, sonsuz halkalarla. Döne döne.
Bazen mutfaktan Şam’ın arka sokaklarına, İbn Arabi’nin türbesine, çağlar öncesine atladık, bazen irmiğin gözyaşına karıştık tencerede. Neredeyse billur kaselerde yankılayacak kadar içerde, teflon tavada, payreks kaplarda çınlayan bir şiir oldu bu ses bazen.
Eşyalarını tasfiye ettiği babaannenin evinden seslendi bazen kahramanım okura, bir kurbanın bağlanan ayaklarından, bazen frigorifik tırlardan, elektronik marketlerden. Bazen de elinde bir megafonla ağaca tırmanıp gürledi, inledi, nara attı. İstedim ki okura başkası da benim dedirtene dek, hiç nefes aldırmasın!
*
“Bak bana bozkır ıssız bak rüzgârlarla
Sana yalın şeyler söylemeyi isterdim
Ölümden önce yaşamdan sonra...”
(Tanıtım Bülteninden)