Gün geliyor, ana evinin, o birlikte kahvaltı ettiğin, gülüp eğlendiğin, komşularla hoşbeş ettiğin, hah silkeleyip çamaşır astığın balkonunda, sırtını duvara yaslamış bir selâ dinliyorsun. Selâ bitiyor, annenin kimliğini okuyor hoca, "vefat etmiştir" diyor sonra...
Mıh gibi saplanıp kalıyorsun yaslandığın o duvara! 25 yıl önce kaybettiğin baban da ölüyor yeniden orada, o anda, çocukluğun da anıların da dünlerin de bugünün de yarınların da... Hayat eksik etek devam ediyor sonra; etmek zorunda Anasın sen de çünkü diğer bir tarafta. Son kez bir şeyler yiyip içiyorsun; ana evinden ama ana elinden olmayan. Ekmek bile, ekmek tadı vermiyor o sofrada.
Annem gassâldı; ölü yıkayıcı yani, içinden bir ses bir cenaze yıkamakta ya da bir komşuda oturmakta olduğunu ve birazdan içeri gireceğini söylüyor. Ama biliyorsun, ne acı ki biliyorsun, o iç ses yalan söylüyor!
31 yaşımdaydım, çenesinin altındaki izi merak edip sorduğumda. Anlattı. Çok küçükken olmuş. Köyde, anneannemle ahırdayken, atları korkuturmuş da kollarına taktığı bakraçları sallayarak, atın birinin nasıl asabı bozulduysa atmış en pekinden bir çifte. Köy yeri, doktor ne arar Anam yazmasını doladı, dedi çenemden kafama, öyle kaynadı ama izi kaldı. O anlattıkça ben gülerdim, annemin yaramaz bir kız çocuğu hallerini düşündükçe kahkahayla gülerdim. Sahi, sen ne zaman ölecek kadar büyüdün anne!
Bak, kaç sene olmuş, uyanınca, “Annem uyanmıştır, bekliyordur aramamı” deyip telefonu elime almayalı.
Âh benim güzel anam Kavuşmamız ne zaman?
(Tanıtım Bülteninden)