“Yaşlı kadının yavaş canı, çanağın içine düşüyor; zaman büyüyor, zaman geçmiyor, zaman beni de
onun kadar yaşlandırıyor. Gözlerim pazen elbisesinin çiçeklerinde, dallarında geziniyor. Her bir çiçeği tekrar çiziyor, yeni baştan boyuyorum.
“Üstündeki çimen yeşili yelek benim şişlerimde bir ters bir yüz tekrardan örülüyor. Bulduğum tek eş düğmeleri dikip, ilikliyorum. Odadaki sarı perde, tülün üstüne gelmiş, solgun ikindin gününü yerdeki halıya veriyor. Tüm odaya, çürümüş meyve, baharat, ihtiyarlık, naftalin karışımı ekşimsi bir koku yayılmış. Pencere dibindeki somyada korku, heyecan, şaşkınlık, merak, bekleyiş içinde yatan benim…”
Şiddet ve yalnızlığa mahkum edilenlerin, köylüden, şehirliye bu toprakların kadınlarının öyküleri…
Biraz hüzün, biraz hasret kokan.
Yalnızlık ve çaresizlik dolu.
Azıcık güldüren, çokça hüzünlendirip düşündüren…
Biraz düş, çokça gerçek…
“Anadolu Kokulu Kadınlar” bizim, hepimizin içinden çıkıp, sarıp sarmalayan öyküler…
(Tanıtım Bülteninden)